Haftalık ve Aylık Express herhalde benim kuşağım için sosyalizmi ve insanlık denen o asil hissiyatı keşif açısından en mühim referanslardan olmuştur. Bugün Express ve Roll tayfasının son güzel emeği Bir+Bir’i gazete sütunlarına taşımak zorunda kalışımızın ise tam olarak Türkiye’nin ruh hastası bir basın dağıtım sistemine sahip olması. D&R, tam da kendisine yakışan bir hareketle Bir+Bir’i raflardan kaldırmış. Hem de dergi emekçilerinin bu konudan haberi karar alındıktan sonra oluyor. Ve dahi durumu Ekşi Sözlük’ten duyuyorlar. İşte bu şerait altında zaten her ay çıkmakta zorlanan dergi, her köşe başında, “Gelin kitabı benden alın, mahallenizin kitapçısı batsa da olur” diyerek sinsizce gülümseyen kitap marketinin de çabalarıyla bu ay bir kısmımızın evlerine ulaşamıyor.
Durumumuz net aslında. Nezih bir anlayışla Metis Ajandası’nı yüce değerlerimize muhalefet olarak adlandıran firmadan cesaret alan HEPAR’lı (bilmeyenler için Hak ve Eşitlik Partisi) gençlerin kitapçılara “Ya bu çocuk 10 Kasıma işiyor ya!” şeklinde serzenişlerini içeren videonun Youtube’da paylaşılması ise hepimizi derin yaslara boğdu. Devletin bütün tabularının ve taburlarının haysiyetine sahip çıkma gereksinimi hisseden arkadaşların “Gerekirse başka kaynaklar için de uyarırız” diyerek Beşiktaş’taki bir başka kitapçıyı tehdit etmeleri ise bu ülkede hiçbir şeyin faşizm kadar serbest olmadığı gerçeğini hepimize tekrar hatırlatıyordu.
1990’lı yıllarda gözaltında kaybedilenleri, Cumartesi Anneleri’ni haberleştirme cesaretine sahip olan, 2000’lerde solun omurgasızlaştırılmaya çalışılmasına, liberal terminolojinin sosyalist terminolojiyi ele geçirme çabasına ses çıkarabilen, “Yetmez; ama yumurta” diyebilen bir ekibin elinden çıkan bir derginin arkasında durmak ne yazık ki birçok edebiyatçı için mümkün olmayacak.
Dahası sanırım, artık devletin kitaplara sansürü yerine kitapçılar başlı başlarına sansür kurumları gibi çalıştığından yıllardır akademide “Gate keeping” denen, hangi haber yapılır, hangisi yapılmaz diye adlandırdığımız süreç, “Hangi gazete rafa konur hangisi konmaz” şekline evrilip durumu hepimiz için içinden çıkılmaz hale getirecek. Kısacası distribütörler zaten “Kâr eder, etmez” tadında yaptıkları ayrımın yanına “Okumasın anarşikler, hain domdomlar” perspektifini de ekleyebilecekler.
Birkaç yıl önce İzmir’de Ferhan Şensoy’un “Kalemimin Sapını Gülle Donattım” kitabını sorduğum kitapçı bizde o kitap yok demiş, sonra tonunun yanlış anlaşılabileceği endişesiyle “Yanlış anlamayın, Ferhan Şensoy’u çok severim, sadece elimizde yok” diyerek durumu açıklamıştı. Şimdi düşünüyorum da Kemalistler yıllarca “Şeriatçılar gelecek her şeyimizi elimizden alacaklar” diye ortalığı inlettikleri o “Sansür” meselesinin aslını özgürlükçülere ve Kemalizm adına en çok zarar verilmiş insanlara bölünmez bütünlük, Atatürk ilkeleri vs. adına uygulayacaklarsa ve o kitapçı gibi hiç yoktan üzülerek “Ferhan Şensoy’u çok severim; ama elimizde yok” demek yerine hassasiyetlerden dem vuracaklarsa vay halimize.
BİR+BİR’DEN RAHATSIZ OLANLAR İÇİN ÖZEL NOT
Eğer Bir+Bir’den rahatsızsanız, İstiklal Marşı’nın yeniden yaratım sürecinde işlenip İstikbal Marşı haline getirilmesi sizi üzüyorsa bence İstiklal Marşı’nı bir içerik analizinden geçirip hemen ardından bu marşın üstüne yazılan ilgili besteyi incelemenizde büyük fayda görüyorum. Zaten Bir+Bir ekibi NTV’de Mirgün Cabas’ın programında konuyla ilgili itirazlarını dile getirdiler; ancak bu itirazın en, ama en anlamlı kısmı, bir şiirin bestelenişinin doğululukla batılılık arasında kalmış ruh halini nasıl olup da ifade edebileceğini, bu halin ne kadar iğreti durabileceğini hepimize hatırlattılar. Milliyetçilikle ümmetçilik arasına sıkışan; halktan değil her daim haktan yana duran dizelerden elbette bir şaheser çıkmayacaktı; ama en azından birileri söylene söylene deforme olmuş bu masalın yansıttığı ruh halinden yeni bir “batılı devlet” çıkmayacağı gerçeğiyle baş başa kalabilirler. Ha bu arada, 24 yaşında 100 küsur yıl ceza alan kadın gazeteciyi hangi “batılı” ülkenin hakimi mahkum etmişti sahiden?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder