20 Aralık 2010 Pazartesi

Röportaj Sırrı Süreyya Önder: “1000 yıldır nasıl yazıyorsam hala öyle yazıyorum” / Jîyan - 20 Aralık 2010


Adını ilk olarak yönettiği ‘Beynelmilel’ filmiyle duyduğumuz, daha sonra katıldığı televizyon programlarında çok derin folklor birikimine ve entelektüel yorumlarına hayranlıkla tanık olduğumuz, son zamanlardaysa Radikal Gazetesi’ndeki yazılarını ilgiyle takip ettiğimiz Sırrı Süreyya Önder’le Kürt sorunu, Türkiye’deki medya ve TEKEL direnişi üzerine söyleştik.
Söyleşi : Sarphan Uzunoğlu – Vartan Estukyan

AKP, geride kalan dokuz faili meçhul önergesini reddetti. Peki derin devletle hesaplaşma iddiasında olan bir partinin böyle bir şey yapması doğru mu?

Aslında ahlaki olarak soruyorsanız doğru değil. Ama sınıfsal olarak baktığınız zaman bu tavır hiç de yadırgatıcı değil. Çünkü herkes bu egemen sınıf ittifakında kimin temsilcisiyse onun borusunu öttürür. Bugün egemenlerin bu ülkede Kürt sorununda (faili meçhulle bağlantılı olduğu için söylüyorum) ve özgürlük meselesinde daha iyi bir yere gelmesini isteyip istemedikleri epeyi muğlak. Benim kişisel kanaatim, çözümün önündeki tek engeldir bu. ‘AKP hükümeti ve liberaller’ diye de yazdım. Faili meçhul meselesine gelince, bunlar sıradan cinayet vakaları değil. O anlamda emniyet çok iyi çalışıyor. Bunun ucunu bir yerinden tuttuğunuz zaman bütün devlet mekânını sökülmüş bir kazak gibi ortada bırakacak çürümenin olduğu bir durum. Hükümet ya da parti böyle bir kararlılık içerisinde değil, olması da beklenemez. Bu sadece Marksist düşünceleri bilmeyenleri şaşırtacak bir şeydir.

Dün TEKEL çadırındaydık ve o gün sanki sol partiler, sendikalar birleşmiş emekçileri dinlemiyorlar. Bir şekilde 4C’ye tabi olmayacaksınız deyip işçileri kandırarak 4C’ye tabi ettiler. Onların direnişlerine nasıl bakıyorsunuz? Bu sarı sendikalaşma denilen olay referandumdan sonra gelecek dendi çoğu insan tarafından, ama acaba zaten meydana gelmiş miydi? Hatta sol partiler de sararıyor mu?

Bu, sendika ve sol ittifak meselesi. Sendika zaten sarıydı, hatta artık sapsarıydı. Ona rağmen işçilerin kendiliğinden örgütlenmesi, kendiliğinden bir araya gelmesiyle birlikte yükselen bir hareket söz konusuydu. Açıkçası sol buna sadece eklemlendi. Birinci yönü bu. İkinci yönü, TEKEL işçilerinin örgütlenmesi Kürt siyasal bilinciyle başlamıştı, çünkü kapatılan ya da işsiz kalan TEKEL işçilerinin büyük çoğunluğu Kürt coğrafyasından gelen işçilerdi. Herkesin ıskaladığı bu. Bunlar nasıl bu işi yaptılar? İşte öyle bir mücadele deneyimi olan insanlar öncülük ettiler. Sadece onlar değil elbette, diğer insanlara haksızlık olur. Ama orada öyle bir bilinç var. Sol, bir müddet yanlarında durdu, önemli de destek verdi, ama ne zamanki sendikalar şarlatanlığa başlayınca bir kısım sol elini eteğini çekti. Elini çekmeyenler de vardı. Ben o elini çekmeyen insanlarla beraberdim. Onlara omuz verdim. Halen de destek vermeye devam ediyorum. ‘Sol partilerin sararması meselesi’, böyle bir değerlendirme çok zalimce olur. Ama şu söylenebilir. Kafası karışmış solun. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendisini emekten yana tarif eden, isminde sosyalizm, ilkelerinde sosyalizm bağlılığını beyan eden kimseyi kolay kolay sarılıkla kırmızılıkla suçlayamayız. Ama kafalar karışık mı? Karışık.

Partilerden söz açılmışken CHP ile devam edelim. Kemal Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanlığını Baykal’dan devraldı. Kılıçdaroğlu daha bir emekten yanaymış gibi duruyor, kendini öyle nitelendiriyor. Sizce bundan sonra CHP ne olacak? Emekten yana bir parti olabilecek mi?

Zor. Solcular ne yapabilir? Ben bu süreçte CHP’nin desteklenmesini, oy verilmesi veya CHP’ye girilmesiyle değil, CHP’nin sola dönme çabalarının teşvik edilmesini düşünenlerdenim. Ama bu bir umut bağladığım için değil, CHP’nin daha fazla sağcılaşmasını engellemek için düşündüğüm şey. Çünkü yüz yüzden utanır. CHP bugüne kadar sol ile ‘merhaba’yı da kesmiştir. Hiç olmazsa bu ‘merhaba’yı tutmak önemli bir ölçüdür diye düşünüyorum.

Kılıçdaroğlu oradaki kronikleşmiş, yerleşmiş yapıyla ne kadar baş edebilir doğrusu emin değilim. Çünkü birisi Dersimli Kılıçdaroğlu, öbürleri 1000 yıllık bir geleneğin temsilcileri. Onun için biraz işi zor gibi. Yani söz konusu olan, parti içinde sağcıların hâkimiyeti olduğundan Kılıçdaroğlu’nun desteklenmesi gerektiği. Ama o kadar.

Radikal’de yazmayı başladınız. Sokak yazarlığı meselesi var. Bu durum, iktidarın gökten yere indirilmesi gibi yazarı da Ertuğrul Özkök tipinden yeni bir yazar tipine getirmek mi oluyor?

Açıkçası ben 1000 yıldır nasıl yazıyorsam, hâlâ öyle yazıyorum, hâlâ sokaktayım. Bugüne gelirsek, medya düzenine bakıyoruz, ana akım medyayı kastediyorum, yoksulun temsilcisi olabilecek yaşam biçimiyle, kökeniyle hiçbir insan yok. Biraz, “onlar bu duruma gelince bari sokağa gönderelim de, öyle yaşamıyorlar bari öyle görsünler” gibi bir şey herhalde. Benim açımdan değişen bir şey yok.

İlk olarak muhabirliğe başladığımızda bazı gazetecileri veya haber spikerlerini idol olarak görüyorduk kendimize. Ancak çalıştıkları kurumlar olsun, veya iktidarla olan bağları olsun bir yerde medya maymununa dönüşebiliyorlar. Siz hiç böyle olmadınız. Bundan nasıl sakınıyorsunuz ve onların bu hale gelmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Acı verici. İnsan dediğimiz nesne, kolay yetişen bir nesne değil. Birinin tüm geçmişine sırtını dönmesi, meşgale düzeyinde başka yerlerde kendisine bir düzen kurması vs. bunları yoksulların, solcuların kaybı olarak görüyorum. Onlara da öyle ‘kahrolsun!’ noktasından bakmıyorum. Bir gün “biz bu halimizle çok sevimsiziz” meselesini anlamalarını umut ediyorum. Çünkü ben, ‘lifestyle’ mi deniyor? Bak benim dilim bile dönmüyor, ben öyle yazılar yazamazdım. Ben, “Öyle yaşamamışsın oğlum sen. İşte hayat hikâyeni biliyoruz. Öyle bir kökenden gelmemişsin. Baban daha evlenirken sağdıç tutmuş kendine. Yani sen burjuva gibi yazamazsın, öyle yaşamamışsın” derler ya, olanlardanım işte. Onun için biraz bunun sınıf bilinci ile alakalı bir yanı olduğunu düşünüyorum. Bunlar çabuk telaşa kapılan, yalnızlıkla sınanmayı, yoksullukla sınanmaya tekrar kudreti mecali kalmayan insanların saptığı bir yol genellikle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder