Beklentilerle değil, kalbimize yaptığı eklentilerle değerlendirilmesi gereken film.
Sezai Paracıkoğlu'nun oynadığı bir filme gitmek öncelikle benim gibi kendisini seven, izleyen, yaptığı işlerden haz alan biri için ayrıca keyif oldu. bunu söyleyerek başlıyorum, çünkü film boyunca beni çeken karakter kendisininki oldu.
belki eline kalem alan adamların dünyada karşılık beklemeden yaptığı şeyler de olabileceğine dair güzel bir kanıttı bu film. daha da ötesinde, aşk duygusunun ölesiye piçleştirildiği bir dönemde yapılması bakımından da mühim.
teknik detaylarla ilgilenmiyorum, senaryonun işlenişiyle de öyle.
beni ilgilendiren öyküdür. bu filmin anlatılması gereken bir öyküsü var.
İlk öykü yargılarımız üstüneydi. çükünden başka düşünme mekanizması olmayanlar için bir varoluş ansiklopedisi gibi önümüze dizilen bu öykü açıkçası birçok şeyi hatırlattı bize, insan olan yanımızı.
varsın çıplak birbirlerine dokundukları sahne size "çok yapmacık" gelsin, varsın başroldeki kadının ses tonu sizi rahatsız etsin, mühim olan şeyin o kocaman senaryoda özellikle de erkek olan düşüncelerimize sunacağı bir yargısız bakış açısı oldu.
bu filme aşk filmi diye gitmeyin.
bu film yargılarınızla ilgili bir film. ve yargılar kırılsa bile kırılamayacak gerçeğin duvarlarıyla ilgili.
yaratılan yeni gerçeklikle biraz da...
her filmin mutlu bitmeyeceği gerçeğiyle. sonsuzlaştırmanın özel gücüyle işte...
Filmden önce özcan deniz'in filminin fragmanını izlemek zorunda kaldım. şimdi düşünüyorum da onu izleyeceğime bu filmi tekrar izlerim. Sezai Paracıkoğlu'nun gitarı eline aldığı sahne için de, nedensiz efkarlanmaların nedenine dair sorduğu sorular için de.
iyi ya da kötü film değildir.
bir şeyler anlatmış bir yönetmenin ve senaristin emeğidir.
Kurgusuna, şusuna, busuna başkası laf eder elbette. Bir de unutmadan sahiden: "Babalar her zaman haklı değildir"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder