O bir demokrat. Tahsilli bir kadın, sivri laflar ediyor, genç ve sivil olanların yanında yürüyor. O kadar bilgili ki biz sosyalistlere kim bilir kimden duyduğu rivayetleri tarihimizmiş gibi anlatıyor. O, özellikle de eş cinsellerin ne bu dünyada ne öbür dünyada “doğru yolu” bulamayacağını hepimize hatırlatıyor. Ne mutlu ki o var, aksi halde biz tüm yolunu kaybetmiş zavallılar, bu ipsiz sapsız sürü günah çukurunda kendi pisliğimizde boğulacaktık. Bu yazı Yeni Şafak’ın tazesi, Taraf’ın eskisi Hilal Kaplan’a adanmıştır.
Hilal Kaplan’ı tanımayanlarınız için bu giriş bir şey ifade etmiyor olabilir. Hilal Kaplan, Türkiye’deki LGBT düşmanlığının resmi aile patroniçesi Aliye Kavaf’la birlikte bayraktarıdır. Kendisi “hamdolsun” ki bu dünyaya, İslamcıların ne kadar demokrat ve aydın insanlar olduklarını, kendileri dışındaki hayat tarzlarına pek tahammül etmeseler de bunun mühim olmadığını, nefret suçu işlemenin o kadar da “berbat” bir şey olmadığını anımsatmak için gelmiştir.
Kendisini yazımıza konu yapan ise Bawer Çakır’ın Bianet’teki haberi. Haber şöyle: Yeni Şafak Gazetesi Yazarı Hilal Kaplan “Durde!” ve Sosyal Değişim Derneğinin 16-17 Nisanda Lütfü Kırdar Kongre Merkezinde düzenleyeceği “Uluslararası Nefret Suçları Konferansı”ndan lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüellerin (LGBT) tepkileri nedeniyle çekildi.
Hilal Kaplan’ın dünya okumasına göre tanımlarsak “Günah teknesinin yolcuları” olarak yıllardır homofobi ve transfobi ile mücadele eden LGBT hareketi İslamcıların bugün ülkede kendilerini iktidara taşıyan “mazlum edebiyatı”nın son kalelerinden Hilal Kaplan’a karşı başlattıkları kampanyada başarıya ulaştı. Hilal Kaplan bunu gizli ulusalcı bir hareket olarak tanımlar mı bilemeyiz; malum, demokratlarımızın sosyalist olan her şey ulusalcıdır teziyle hepimize tezek kokusu sürmesi alışkanlığımızdır; ancak LGBT hareketinin yapısından ve neden Türkiye’de, özellikle de medya için önemli olduğundan bahsetmek boynumun borcu.
LGBT hareketleri Türkiye’de zamanında feministlerin bile dışladığı, hatta bazı feminist grupların acaba beraber yürüsek mi diye eylemlerde hala çekince ile yaklaştığı gruplardır. Yıllar önce Ekşi Sözlük’te rastladığım bir tanım vardı: Dersimli, Sosyalist, Alevi, Kürt, Lezbiyen. Neredeyse tümü “ötekiliği paketiyle birlikte gelen” bu sıfatlara sahip olan biri için hayatta kalmanın, Sünni heteroseksüel coğrafyamızda ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Bu anlamı kolay kolay idrak edilemeyecek bir sürgünün ifadesidir. LGBT hareketi sokaklardan, kiralık apartman dairelerinden, vakıflardan, yürüyüşlerden, her yerden sürgündür. Katıldıkları 1 Mayıslarda “iktisadi liberalizm” yanlılarının bile adı çığlık çığlığa yankılanırken ne yazık ki hâlâ Türkiye Solu’nda bile “acaba söylesek mi” sorusunu sordurandır.
İşte bu yüzden tam şimdi konferanstaki moderasyon görevi iptal edilen yüce köşe yazarı, had bildiricimiz Hilal Kaplan’ın yaptığı politik açıklamayı iyi okuyun: “Katılıp orada düşüncelerimi söylemek genel yaklaşımı eleştirmek de bir yoldu ve bunun için gidecektim, ama şu an gelinen noktada katılmamanın daha doğru olacağına karar verdim ve bunu konferans düzenleyicilerine de bildirdim.”
Liberal dilin bize yaptığı en büyük kötülük olduğunu düşündüğüm politik doğruculuk çerçevesinde düşünülünce Kaplan’ın açıklaması gayet “temiz ve yerinde”. Peki ya açıklamayı mütakiben Twitter’dan gelen “Ama eş cinsellik hâlâ günah” açıklaması?
Hilal Kaplan bu “Bana ne, benim dediğim doğru” mantığıyla Yeni Şafak’tan Akit’e oradan da çocuklara sevgisiyle bilinen fikirdaşı Hüseyin Üzmez’le birlikte çocuk esirgeme kurumuna tayin olursa şaşırmayın. Buradaki bürokratlık evresinden sonra bir sonraki genel seçimlerde vekil seçilip bakanlığı döneminde Aliye Kavaf’ın yarıda bıraktığı “Eş cinselliğin hastalık olduğu yargısını yayma” misyonunu yerine getireceğine kendi adıma eminim. Hilal Kaplan hala Yeni Şafak gazetesinde yazıyor ve LGBT bireylerden nefret ediyor. Biz mi, biz sadece 2011 yılındayız ve çığlık atmaya çalışıyoruz. Bize başka şans verdiler mi sanki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder