Aslında İnsaniyet Meyhanesi'ni kurduğumda burada halihazırda bir yerlerde yayınlanmış olan yazılarımı yayınlamak gibi bir niyetim vardı, sonra bu e-günlük tutma meselesinin bir yandan da kişiye özerklik kazandıran, genel olarak içinde barındığı ortamın hissiyatının dışına çıkabilen bir şey olduğu gerçeğiyle yüzleşmek güzel oluyor.
Bugünlerde sık sık karşımıza çıkan birkaç argüman üstüne bir şeyler söylemeyi faydalı görüyorum. Bu kavramlardan en öne çıkanı vicdan solculuğu:
Tarihi boyunca hiyerarşi ve bürokrasiden başka bir şey üretemememiş geleneklerin toplumsal muhalefetin yeni dinamikleriyle girdikleri bu "rat race"de kullandıkları kalıplara dikkat kesilmekte fayda var. Birgün'ün Eleştirel Kültür ekinde yer alan ve küçük burjuva siyaseti ile vicdan temelli sol anlayışı bir tutan makaleyi bilmem okumayanınız kaldı mı? Temel muhatabı Yıldırım Türker olan bu makale ile ilgili söylenecekleri aslında sözlükte Yıldırım Türker başlığı altında söylemiştim, oradan notları toparlayıp bu pasajı tamamlamak gibi bir niyetim var:
"Bu memlekette vicdan solculuğu başlığı altında ergenekon gibi milliyetçi, kontrgerilla yapılanmalarına bile "bunlar asıl suçları nedeniyle yargılanmıyorlar" diyerek burun kıvıran bir ekip tarafından eleştirildi ya artık kapıları kilitleyip Yıldırım Türker'i ve onun gibi vicdan sahibi olan insanları bir araya toplayıp bu evden çıkmanın zamanı geldi sanırım.
Öyle ki tarihi boyunca halkla paralel söylem üretememiş, halk desteğiyle yaptığı eylemleri de ideolojik boyutu nedeniyle hiçbir şekilde sonuca ulaştıramamış, eylemlerindeki şekilcilerin nedeniyle insanlardan uzak, sadece Marksizm'i bilip Foucault'dan yahut Adorno'dan esinlenenleri sosyalizme ihanet içinde bilmiş bir bakış açısı için Yıldırım Türker'i eleştirmek sanırım zor olmamıştır.
Gazetelerinin sütunlarında her daim militarizme yer açanlar, chp'ye vekil yetiştirenlerin türker'e saydırması normal aslında. Dahası "vicdan solculuğu" diyerek yabana attıkları kavramın temel olarak çok manalı bir noktadan, insanın haysiyetinden yola çıktığını bilmiyor olmalılar. Vicdan solcularını belirli konularla suçlayan soyalistlerin "vicdan solcusu" olarak bellediklerine temel bakış açıları şöyledir:
1- Kürtlerin peşine takılan solcular: bu kavramı o kadar sık kullanırlar ki tuğrul eryılmaz'ın akademide bize sık sık hatırlattığı gizli ırkçılık tanımının bu arkadaşlara cuk oturduğu gerçeği ile baş başa kalırız.
2- Eşcinsel ve kadın şakşakçıları: sosyalist olmanın heteroseksist ve dahi mizojinist olmayı gerektirdiğini ön kabul olarak hayatlarına soktuklarından vicdan solcularına her daim modernitenin "sakat doğan çocukları" gözüyle bakarlar.
Ezilen kavramını sadece sınıf kavramından ibaret sanan, hayatı boyunca eline herbert marcuse alıp okumamış, marksizm'in farklı yorumlarını Marx'a ihanet saymış bir kuşak için birilerini vicdan sosyalisti diye yaftalamak sahiden kolay olmalı.
Solun ayrışmasından vs. bahsederken bu vicdan solcusu kavramını ortaya atmaları iyi oldu.
Örgütlü sosyalist olup şeflere biat etmeyenlere de bir sınıf gerekiyordu.
Yıldırım Türker'e kim bilir neyin hıncıyla yöneltilen bunca itham umarım değmiştir. Türkiye'nin en temiz köşesini korkmadan yazan bir adama böylesine abuk bir tutumla saldırmak olsa olsa Birgün'ün eleştirel kültür ekinde nasıl yer ederim kaygısıdır.
Eminim şu an TKP'li, ÖDP'li arkadaşlar bana ateş püskürüp, Türker'in tam da bu kalıplara uyan bir pesimist olduğunu hatta tatlı su solcusu olduğunu söylüyorlardır.
Benim tek sorum ise şu:
Türker'in siyasal bir özne olarak tavrı ile bu örgütlü partilerin tavrı Türkiye sosyalist çerçevesi içerisinde eşit nicel önem taşıyorsa ve dahi hrant'ın arkasında yürüyen o kitledeki hakim duygu da vicdansa, acaba "vicdan sosyalisti" diyerek küçümsedikleri Türker'in "tüy gibi hafif, kılıç gibi keskin" dili türkiye solunun söylem problemi için çözüm olmasa da yol gösterici olabilir mi?
Subcomandante Marcos'u da yeterince kızıl bulmayanlar eminiz ki Türker'i yeterince "kızıl" bulmayacaklardır.
Ancak bu Marcos'un da Türker'in de tarih sahnesindeki rollerinin özelliğinden bir nebze bile olsa kaybetmelerine neden olmayacaktır.
Tarih bu kızıllık turnusolü denen müessese ile parti kapılarından sürülmüş; ama arkalarında yüz binleri yürüten isimlerle doludur. On binleri zorlukla bir arada toplayanların Hrant gibi insanların ölüm halinde de olsa bir araya toplanan yüz binlere şaşkınlıkla bakışının arkasında tam da bu kalem gücü ve özerklik hali yatmaktadır. Şefe biat etmeden, hayata anlam katma çabasını bu kadar kötülemek en iyi ihtimalle hırslı, muhtemelen maksatlı bir davranıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder