Dün ortaya çıkan ve muhalif kesimler arasında derin olmasa da yine bir bölünme yaratmaya aday gözüken “Özgürlük istiyoruz” kampanyasının metniyle başlamak istiyordum aslında. Ama bir fotoğrafla başlıyorum bu kez. Edanur’un fotoğrafıyla.
4 yaşında bir kız. Ceylan’la aynı kaderi paylaşıyor hem de. Tek farkı olayımız Karabük’te gerçekleşiyor ve bir asker kurşunuyla. Bilmiyoruz her şey ne kadar uzun ya da kısa sürede gerçekleşmiş. Tek bildiğimiz “artık yok” Edanur. Edanur’un dünyasında nelere yer olmamalıydı bunun üstüne konuşmalıyız belki de. Edanur’un olmadığı bir dünyanın neyi kaçırdığını bilemeyiz; ama dünyanın Edanur’u öldüren lanet silahları yüzünden neyi kaçırdığımızı bilmenin tam zamanı.
Bu ülke savaşan bir ülke demişti bir öğretmenim bir keresinde. Buz kesmişti içim. O işe yaramaz eğitim sistemlerinde bile barıştan bahsediyorlardı oysa ve keskin gerçeği söylüyorlardı sonuçta. “Bu ülke savaşan bir ülke”.
O zamanlar hep savaşların ülkeler arasında olduğunu düşünürdüm. Türkiye’nin siyasi haritasına bakıp bakıp komşu ülkelere kin duymamız için tasarlanmıştı sanki her şey. İran’da şeriat vardı, Ermenistan zaten doğal düşman olarak paketlenmişti önümüzde, Irak mı, bırakın canım barbarları… Yunanistan’dan ayrıca nefret ettirmişlerdi bize. Bir ülkede çocuklara sevgiden önce nefreti öğretiyorsanız o ülkenin yıkılmasının hayırlı olacağını sonradan anladım…
Bu ülkenin insanlarıyla, halkıyla ilgili yıkılacak ön yargılardan başka bir şey göremiyorum; ama devlet ve kurumlar girince devreye biraz da Proudhon ve Bakunin’e kayıyor kulağım. İleride “olmasaydı sonumuz böyle” dememek için hayatın barikatına gitmeye itiyor kader beni. Çünkü bir siper olmalıyım en çok da. Siper olmak zordur yine de.
Kürt sivil toplumu nasıl siper olmuştu hatırlıyor musunuz? Kemikleri kırılan BDP millet vekilini hatırlıyor musunuz?
Sizin böyle bir direnciniz var mı? Özellikle bazılarının bu direnci kaybettiğini, artık mücadeleyi sadece sözel boyutta tamamen “kariyeristik” kaygılarla yürüttüğünü düşünüyorum.
Hatta öyle suya sabuna dokunmaz, dahası hiçbir şeyi beğenmez haldeler ki şu metne bile imza atmıyorlar bazıları:
Temel hak ve özgürlükler arasında ayrım yapılamayacağını hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Siyasal demokrasinin sınırlarının gelişmesinin en önemli şartı, kimlikleri, cinsiyetleri, inançları, etnik kökenleri ne olursa olsun, hiç bir yurttaşının ayrımcılığa maruz kalmamasıdır.
Temel haklarını talep eden kesimler üzerindeki baskıcı uygulamaların sona ermesi ancak demokratikleşmeye doğru atılacak büyük adımlarla gerçekleşebilir.
Şimdi bu adımları hızla atmak için;
Şimdi bu adımları hızla atmak için;
Kürt hareketinin seçim tarihine kadar uzattığı ateşkes sürecinin değerlendirilmesi gereken çok önemli bir fırsat olduğunu düşünüyoruz.
Kürt sorununun siyasal ve demokratik çözümü için, KCK davasından tutuklu Kürt siyasetçilerinin ve seçilmiş Kürt yerel yöneticilerinin serbest bırakılmasını istiyoruz.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün yanı sıra, inanç özgürlüğü önünde de engel teşkil eden başörtüsü yasağının son bulmasını istiyoruz.
Alevilerin inançlarını özgürce yayabilmelerini, zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesini ve cemevlerine özgürlük istiyoruz.
Özgürlük istiyoruz!
Ben metni imzaladım. Bu metnin altına imza atarak dünyayı değiştiremem; ama her metin ve her imza bir sözleşmedir. Bu bizim sözleşmemiz. Mücadelemizi ne yönde yoğunlaştıracağımıza dair bir metin.
Ben bu metni kışlalar hayatımızın ortasından silinip gitsin, plastik kelepçeyle yargılanan Kürtler, kampüslerine giremeyen öğrenciler şu lanet yasalardan kurtulsun diye verilecek bir mücadelenin parçası olduğu için imzaladım.
Özgürlük, “herkes için” diyorsanız bu metne imza atmakta sakınca görmezseniz. Bugün sivil toplumun önemini ve önerdiği sözleşmeleri dikkate almamak tarihin bıyık altından güldüklerinin safına katılmak olacaktır. Umarım gülünç duruma düşmezsiniz…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder