Sex Pistols var fonda. Anarchy in the UK çalıyorlar. 5 Kasım 2010, 6 Kasım 2010 aynı şarkıyı dinlemekle geçiyor. Önce tarihin en büyük anarşist eylemini ardından anarşizm adı altında tüm muhalefete Türkiye’de üniversite düzeyinde bindirilen en büyük darbeyi hatırlıyoruz. Darbelere alışkın kuşaklar için sorun var mı bilmem; ama ben darbelere hazırlayamıyorum kendimi.
İnsanın darbeyle imtihanı daha çok küçükken başlar. Umurumuzda olanla umurumuzda olmayan arasında bizi seçim yapmaya zorlarlar ve umurumuzda olmayanı yapmaya başlarız. Mavi önlüklerden çok öncesinden bahsediyorum. Mavi kıyafetlerimden, oyuncaklarımdan ve silahlarımdan örneğin; ama en kırgın olduğum mevzu bir ölümdür çocukluğun darbeler sıralamasında. Haziran ayında kaybettiğimiz bir aile büyüğünün çocukluğun tam ortasına düşen o duygusunu içimizden hiçbir zaman atamayışımız gibi. Ölüm insanın ilk büyük darbesidir ve çoğu zaman kimse söylemez çocukken size bu büyük darbenin gelecekte hayatınızda taşıyacağı anlamı.
Hepimiz biliyoruz ki zarlar hileli. Nereden mi belli zarların hileli olduğu? Zarı atanın yüzündeki o garip gururlu ifadeden örneğin. Devletin ifadesini hiç güçsüz buldunuz mu? O en büyük ölümler karşısında dahi gururlu kalabilen ifade sizi rahatsız etmiyor mu? Yoksa siz alıştınız mı kirli ama manikürlü elleriyle büyük siyasetçilerin size bakıp yalanlar söylemesine.
Bursa’da olanları duydunuz değil mi? Askerlerin ölümüne sebep olan mayınları döşeten tuğgeneral göz altına alındı. Türkiye’deki tüm failimeçhullerin sorumlularının bir anda göz altına alınmasının yaratacağı anarşi ortamını düşünsenize. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin neredeyse tüm üst kademesi, istihbarat teşkilatlarının tamamı, Cemil Çiçek ve dadaşları (Hükümet) ve dahi Emin Çölaşan (Bir gazetecinin gözaltına alınmasından üzüntü duysam da söylemsel bir tetikçinin gözaltına alınmasından hicap duymam). CHP’yi neden saymıyorsun derseniz zaten Allah’ından bulmuş olan bu partiye ne kadar dokunursak dokunalım bir şey çıkmayacağı ortada.
Şimdi asıl problem şurada…
Biz darbelere, cinayetlere bu kadar açık bir toplum olmayı ne zaman başardık? Ne zaman çaktık bu insanlık sınavında?
Geçtiğimiz hafta Ecevit’in ardından yazılan yazıların neredeyse en güzelini Sırrı Süreyya Önder yazdı. Bu yazının üstüne konuşmak haddime değildir; ancak ölüme gözünü yumanı ölümün bile affettiremeyeceğini gördük işte.
Bugün Türkiye’de yaşayan herkes için bir düş bozgunu (hayal kırıklığı) yakın ihtimaldir. Karaoğlan diye bağrınıza bastığınız “hayata dönüş” ile, bizim oğlan diyerek sevdiğiniz Tayyip Erdoğan ise ölüm tezkereleri ile hayatınızı zindana çevirebilmişken bu ülkede kime sarıldıysak bize kazık atmayı kendine borç bilmişken hiçbir konuda bizim artık hata yapma şansımız yok.
“Yanılmışım” demenin veya “günah çıkarmanın” erdem olmadığı ortada. Bazı kararlar ölüm denli kesin ve nettir. Bugünlerde çıkan ve sitemizde de kimi yansımalarını gördüğümüz bazı “vazgeçişler” her ne kadar olumlu bir anlam taşısa da yeni toplumsal sözleşmemiz ortaya çıktıktan, emekçinin ağzını kıran, Kürt’ü tanımayan, Ermeni’yi hiçe sayan anayasayı kabullendikten sonra pek bir anlam taşımıyor.
Neoliberalin kapısına erzak taşıdıktan sonra neoliberalizme küfretmek geç kalmış bir günah çıkarmanın ötesine gidemiyor. Biz çaba bekliyoruz. Gelenleri de o çabanın bir parçası olmaya davet ediyoruz. Kim miyiz biz? “İleri demokrasinizin mağdurları”
Dün YÖK’ün yıl dönümüydü. Eminim ki 12 Eylül 2010′un yıl dönümleri de aynı şekilde lanetle hatırlanacak seneler sonra…
Ama Müslüm Baba’nın da çok güzel söylediği şarkıda olduğu üzere “son pişmanlık fayda etmez”
İlerici anayasalarıyla muhalefetimizi bir adım geriye düşürdüler. KCK ile plastik kelepçeler taktılar kollarımıza, Devrimci Karargah ile yol arkadaşlarımızı içeri tıktılar, kampüslere arkadaşlarımızı almıyorlar…
Biz ve onlar diye bir ayrım var.
Üzgünüm.
Zalimle aynı safta olacağıma mazlumun mezarına taş olurum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder