Türkiye’de yerleşik medya ortamında yaşanan en büyük problem “Sizin çocuklar” ve “bizim Çocuklar” ayrımıdır diyebiliriz. Muhafazakarlar ve Kemalistler arasında onlarca yıldır süregelen kavgada bir de diğer çocuklar var olmakla beraber, onlardan söz edilmesi için illa ki “karşı tarafın” bu durumdan bir kaybı olmasıysa Türkiye basınının ruhunun belki de en çirkin anlaşmasıdır. Sistemle uzlaşamayan ve sistem partilerinin mahallelerinde yer edinmeyen, bunu da istemeyen çocuklar sadece bu iki taraf birbirlerine vurduklarında akıllarda yer ederler. Metin Göktepe’den Uğur Mumcu’ya, Kışlalı’dan Hrant Dink’e birçok ismin kaybının ardından gelen süreçlerde medyanın yürüttüğü politika bir hesap sorma değil hesaplaşma politikasıydı, öldürülen kimi gazetecilerin adını anmaksa her iki taraf için de bölücülük ve düşmanlık demekti. Peki iki tarafın bu büyük kan davasında araçsallaştırılanlar ölülerse, medya etiğini çoktan gömdüğümüzü söyleyebilir miyiz?
Türkiye’de medyanın pragmatik bakış açısıyla ölümleri araçsallaştırması medyadaki bölünmüşlüğün ötesinde medyadaki iktidarcı yapının doğal sonucu. Yine de bu tür hastalıklı haber yapım anlayışlarını ifşa etmekte büyük fayda var. Türkiye’nin neoliberal ruh halinin baş sorumlularından Taraf gazetesi ve AKP iktidarının danışıklı dövüşü bunun en önemli kanıtları. İki tarafın kavgasında CHP’den kurtulma kaygısıyla AKP’den demokrasi cengaveri yaratan gazetenin Dink cinayeti ve azınlıklara yönelik saldırılar konularındaki tavrı çok netken, konu Meclisteki faili meçhul çalışmalarına geldiğinde Taraf’ın gazetecilik reflekslerinin eli kolu bağlanıyor. Bunun en açık göstergesi de CHP Milletvekili Güldal Mumcu’nun 14 Ekim 2010 tarihli basın açıklamasında altını çizdiği kimi unsurlar. Taraf’ın tek umudu, Türkiye’nin gururu, partiler üstü politikanın bayraktarı AKP’nin reddettiği araştırma önergelerine bakmak şart: Rahip Andrea Santoro, Hrant Dink ve Malatya katliamının birbirleriyle bağlantılı bir şekilde ele alınması, Hıristiyan din adamlarına ve bazı Gayrimüslümlere yönelik cinayet ve saldırıların araştırılması, Hrant Dink’in öldürülmesinden önce korunmasında ve bu cinayeti önleyecek tedbirlerin alınmasındaki eksikliklerin sorgulanması, Emniyet İstihbarat Dairesi ile Trabzon Emniyeti ve Jandarmasının ve İstanbul Emniyetinin ve diğer kamu görevlilerinin ihmal ve kusurunun olup olmadığının ve varsa sorumlularının tespiti. Peki Taraf’ın suçu ne? CHP tarafından verilen bu önergelerin her birinin reddi AKP’nin Türkiye’deki faili meçhul ve siyasi cinayetler gerçeğiyle yüzleşme beyanında samimi olmadığının açık göstergesiyken Ahmet Özal’ın Güldal Mumcu’ya yönelik “Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’yu anlamıyorum. Yerinde olsam CHP’yi de Meclis’i de ayağa kaldırırdım.” sözlerine dayanarak Mumcu’yu pasif kalmakla suçlayıp, sözüm ona bakın biz kendine demokratlar ne kadar cesuruz mesajı vermek. Gazeteciliğin sözü aktarmaktan ibaret olduğu düşünüyorsanız Taraf’a kızmamanız doğal; ama gazetecilik nedir biliyorsanız bu önergeleri reddeden zihniyetin destekçilerinin Mumcu’yu karalama çabasına destek vermesinin de anlamını kavrayabilirsiniz.
Türkiye medyasının etik problemi elbette Taraf’tan ibaret değil. Örneğin, her iki tarafın da çocuğu olmayan Vicdani Retçi İnan Süver’in mücadelesi yine hakimlerin gündeminin dışında bir yerde öylece kaldı. Vicdani ret hakkında fikri olmayanlar İnan’ı düşman olarak görmeye, mücadelesini anlamsız bulmaya devam ederken Türkiye medyası izleyicisi bol diziler üstünden Türkiye’yi tartışmanın anlamsız çabasını sürdürüyordu. Bu arada dini nedenlerle vicdani ret açıklayan Enver Aydemir’in röportajı Taraf’ta yayınlanırken İnan’ın “İdamımı istiyorum” diyerek Erdoğan’a yolladığı mektubunun görmezden gelinmesinin ötesinde İnan’ın durumumun bile basınca görülmeyişi bu ülkede retçi olunacaksa bile bunun vicdani değerinin değil röportajda söylenenlerle gazetenin politikasının uyumunun basın için öncelikli olduğunu ortaya koyuyor. Ne diyelim, hepimize geçmiş olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder