5 Ocak 2011 Çarşamba

Gazeteci devlete ortalama 138 yıl borçlu doğar! / Evrensel 05-01-2010

Bu ülke garip bir ülke. Örneğin sabahtan akşama kadar çalışıp gazetelere göz atma fırsatı bulamadığınız günün ardından okuduğunuz ilk haber şu olabiliyor örneğin: Azadiya Welat Gazetesi eski Yazı İşleri Müdürü ve İmtiyaz Sahibi Emine Demir’e, yayınlanan haberlerde “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 138 yıl ağır hapis cezası verildi. Emine Demir’i tanımıyorum. Azadiya Welat okuru değilim. Yine de bilirim Azadiya Welat’ın hapishanelere sokulmadığını ve yine bilirim bir insanın önünde “gazeteci” sıfatı varsa ve lüks restoranlarda yemek yemektense mesleğini yapıyorsa hayata kaç sıfır yenik başladığını. İşte tam da bu yüzden eminim bir gazetecinin hiçbir koşulda bir devlete 138 yıl borçlu olmadığına. Çünkü gazeteci zaten hayat boyu bir şeyin borcunu ödemekle yükümlüdür, hem söylemenin ayrıcalığına hem söyleyeceğini doğru seçmenin sorumluluğuna sahiptir o. Bir gazetecinin, bir başka gazetecinin mahkumiyetini muhtemelen de öfkeyle yazdığı satırlara dönelim şimdi. 24 yaşındaymış Emine Demir. 24 yaşında bir gazeteciden, bir kadından 138 yıl talep ediyorlar. Şimdi sakince düşünüyorum. Devletin bizden ne istediğini düşünüyorum. Sahi devlet ne bekler bir gazeteciden? Örneğin sadece trafik kazalarına koşsak ya biz. Üç yaralı var, bir bebek de mucize eseri camdan uçup kurtulmuş olaydan. Sonra manşete çekeriz haberi. Mucize bebek kurtuldu! Her bebek bir mucize değilmiş gibi. Sanki bu ülkede yaşama hali bir tesadüf eseri değilmiş gibi. Sonra aklımıza başka gazeteciler gelir konu yaşamak olunca. Metin Göktepe gelir örneğin. Hrant Dink gelir ya da Uğur Mumcu. Maaşlarıyla değil, meslekleriyle değiştirebilecekleri şeyleri seven adamlar gelir. Sonra sistemin uğraşsa da susturamadıkları gelir. Devletin yaptığı röportajdan ötürü mahkeme koridorlarında hesaplaşmaya çağırdığı İrfan Aktan selam çakar hepimize bir yandan. Bu selamı alan bizlerse en çok da kader diye yutturulan cinayetleri engelleyememenin hüznünü taşırız içimizde. Binlerce, hatta toplamda milyonlarca insanın okuduğu varsayılan bu satırlara emek veren herkesin umudun yanına koyduğu bir hüzün vardır hep. Kaybedilenlerin hüznü. Şimdi Ocak geldi. Ajandamıza sürgün edilmiş, suikaste uğramış, mesleğini yaparken polisçe öldürülmüş kaç güzel insanın adını yazacağız biz? Buna tahammülümüz var mı diye sormanın vakti gelmedi mi? Bugün Türkiye’de gazetecilerin yaşam güvencesi kadar hayatta kalma hakları da ellerinden alınmış durumda. Geçtiğimiz Temmuz ayında katıldığım Bianet Okuldan Haber Odasına eğitiminde Fikret İlkiz bize özünde cidden geniş olan haklarımızı anlattıktan sonra şöyle demişti: “Bu haklara sahipsiniz; ancak bunları kaçınız kullanabilecek, çok merak ediyorum” Bugün işverenin odasına girdiğinde gazetecinin gücü nedir? Belki de hiç, hele ki şu dev ve güzel camlı plazalardaki gazetecilik düşünüldüğünde. Gazetecinin kariyeri mi? Patron beğenmediği an biten bir kariyer. Bir muhabirin iyi olup olmadığına, yıllardır haberin çıktığı sokaklara inmemiş o temiz ayakkabılı adamlar hızla karar verebilirken hangi adaletten bahsedeceğiz? Hangi mesleki güvenceden? Emine Demir 24 yaşında. Suçu gazeteci olmak. Suçu halkı ile barışamayanlara barışın dilinde şeyler söylemek. Bunu hissettiği dilde söylemek. Emine Demir gazeteci. Suçu Türkiye’de gazetecilik yapmak. İleri demokrasi masallarına inanıp “Türkiye çok değişti” diyenlerin gözleri O’nun hikayesini görmeyecek. Çünkü “kulak” olarak tabir edilen yerden bile giremeyecek gazete sayfalarına muhtemelen Demir. O kulaklarda, o manşetlerde başka haberler olacak. Eyüp Can bize “demokrasi” müjdeleyecek. Sabah gazetesi “şimdi demokrat olduk, kulisleri doldurduk” haberleri yapacak. Kürtler sussa AKP zaten bir güzel barış yapacaktı diyecek Yeni Şafak. Roni, sanki Hrant anmalarında ses yükseltenler, Kürtlerle omuz omuza olanlar ya da askerin işkence tezgahlarından geçenler sosyalistler değilmiş gibi hepimizi gazetesinden hepimizi Kemalist ilan edip hepimize sosyalizm dersleri verecek. Biz mi? Bizi bilirsiniz zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder