5 Ocak 2011 Çarşamba

AK Medya’nın Kürtler ile kışla arasındaki seçimi / Evrensel 29-12-2010

Son haftalarda gündemde olan iki başlık var. Biri öğrenci hareketinin yükselişi, diğeri ise Genel Kurmay Başkanlığının sıkıntıdan olsa gerek yaptığı açıklama. Gazete arşivlerinde dolaşırken karşılaştığım bir yazı ise Türkiye’de bu iki durumdan birinin gündemde olmasının şaşırtıcı olmadığı gerçeğini hepimize gösterir durumda. Dahası 2002’den beri iktidar olan AKP’nin siyaseti ne yönde sivilleştirdiği ne yönde askerileştirdiğinin açıkça göstergesi.10 Ağustos 2001 tarihli Radikal gazetesinde yayınlanan yazısında Murat Belge şunları söylüyor: “Türkiye’de silahlı kuvvetlerin canını sıkan bazı konularda birileri ileri geri laf ederse, Genelkurmay bir bildiri yayınlar, o konuşanların haddini bildirir, herkes dilini yutup susar, diye bir şey, herhangi bir ‘Kağıdın üstünde’ yazmıyor. Yazmıyor; ama iki günde bir olan bu” Bugün bu cümlenin içinde yer aldığı bir yazıyı tekrar yayınlasak kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum. Dahası sivilleşme iddiasındaki İslamcı etiketinden demokrat etiketine transfer olmuş medyanın iki dil ve özerklik söylemi hiçbir şeyin değişmediğine dair en kesin kanıt durumunda. Türkiye medyasının ve siyasetinin askeriyeyle imtihanı tarihsel bir önem taşır. 2002 sonrası dönem göstermiştir ki bu imtihan iki yüzlülerin yazdığı sınav kağıtlarıyla da doludur. Yayınlanan son kışla işi bildiriye basından gelen destekler de bunun açıkça göstergesi. AKP’nin ve askerin Kürt sorununa bakış açısı ile medyanınkinin böylesine örtüşmesi gerçekten göz yaşartıcı; ama bu benzerliği vurgulamak adına AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in Demokratik Özerklik talebi ve çalıştayına yönelik sözlerini hatırlatmalıyım: “Son özerklik tartışmalarını, resmi dilin iki dilli olması tartışmalarını, ben Türkiye’deki gerçek demokratikleşme sürecine, gerçek açık toplum arayışlarına suikast teşebbüsü olarak görüyorum” Çelik’in dediği şu: “AKP’yi seçin, çözüm bizdedir” Elbette Çelik sözlerinin ardından AKP’nin Başakşehir tipi gazetesi Zaman’ın yazarlarınca yalnız bırakılmadı. Gazeteden Abdülhamit Bilici “PKK’nin savaş kararındaki karanlık!” isimli yazısında PKK’nin kurulduğundan bu yana yaptığı eylemleri bilmezden gelerek AKP döneminde örgütün bu mücadeleyi kat kat arttırdığını, böyle demokrat bir partiye bunun yapılmasının haksızlık olduğunu, bunun Türkiye’nin ilerlemesi önünde engel olacağını söylüyor. Yani Kürt siyasal hareketi, BDP veya PKK olmasa şu Kürtleri ne güzel yönetirdik mantığı kendini açıkça belli ediyor. Özellikle de 2004’te AKP’nin reform üstüne reform yaptığını iddia ettiği dönemde Kürt siyasetinin reformlara tepki gösterdiğini ve dahi karşı çıktığını söyleyebilecek kadar da iddialı. Bu ülkedeki en büyük problem demokrasi ve sosyalizmi getirmeye her daim sağ iktidarların talip olduğu gerçeğidir. Kavramlar sağ iktidarlar için o kadar yabancıdır ki medyalarında bu konularda bir iki aklıselim laf edebilecek eski solcu bulundurmayı gelenek haline getirmişlerdir. Yine de her iki kavram da inatla liberal demokrasi sınırları içerisinde tartışılır. Kısacası iktidar, gazetecilerin manevra alanını liberal terminoloji içerisinde belirler. Emek, eşitlik gibi söylemleri kimliksel söylemlerle yan yana tutan yazarlar kısa zamanda en güzel kıyafetleriyle mahkeme salonlarına davet edilirlerken, devletimizin tek umudu, demokrasinin ışığı, Kürtlerin yegane temsilcisi Başbakan hepimiz adına doğruyu söyler. E zaten AKP’yi ve ileri demokrasisini savunan gazetelerin köşelerinde iliştirilmiş yazarlık yapan eski solcular da Yasemin Çongar’ın geçen hafta Taraf’ta iyi ki de yazdığı üzere AKP’nin ileri demokrasi takvimi çerçevesinde söylemlerini belirlemektedirler. Özetlemek gerekirse, bu gazetelerin bir anda tüm sivil Kürt siyasetini mahkum etmeleri, Demokratik Özerklik Çalıştayını “bölünme” havası içerisinde haberleştirmeleri, BDP’nin Kürtler arasındaki temsilci konumu tartışmaya açmaları şaşırtıcı değil. Çünkü onlar demokrasinin varlığıyla değil, yokluğuyla bölünmeye yol açan bir şey olduğunu asla öğrenemediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder