8 Aralık 2010 Çarşamba

Haysiyet, otosansür ve Başbakan / Evrensel 08-12-2010

Geleneksel gazetecilik zor iş. Özellikle de arka sayfasında kadın fotoğrafı, dördüncü beşinci sayfalarında halvet izlenimleri barındıran “halk gazetesi” adı altında halkın tam olarak yaşam biçimi ve taleplerinin neresinden geçtiği anlaşılamayan gazeteciler için. Popülist gazete mantığında kendilerince kitleleri memnun etmenin derdine düşen ilgili gazetelerdeki medya insanları bir yandan da patronların tepesine binmiş isimleri memnun etmenin telaşını yaşarlar. Bu isimler makamlarıyla, deri koltuklarıyla, kurşun geçirmeyen araçlarıyla ya bir şeyin bakanı ya da daha korkuncu ülkenizin başbakanıdırlar.

Türkiye’de beş milyon kadar müdür olduğuna dair mizahi tespit göz önüne alındığında düşünülebilir ki gazetelerde de mesleğin haysiyetini etkileyen kararlarını etkileyen birileri mutlaka vardır. Akademide kapı kollama ya da gündem belirleme denen mesleki işlevlerin tanımı yapılırken burjuva gündem dediğimiz çok satan boyalı basının gündeminin nasıl ortaya çıktığıyla ilgili olarak bunun gazetelerin siyasi alandan da etkilenen yayın politikası ile ilgili olduğu belirtilir. Peki ya aksi olduğunda? Yani bir gazetenin yayın yönetmeni, sayfa editörü bir kararı her şeye rağmen verdiğinde ne olur? Cevabını geçtiğimiz hafta içerisinde almış olduk.
Türkiye’nin yüzdeye vurulduğunda gelmiş geçmiş en büyük tiraj tepkilerinden biri Taraf gazetesinin tirajlarına yansıdı. Tirajlarda %70’e varan bir düşüş meydana geldi. Gazete zamanla tirajı toparlasa da Taraf’ın haber yapmadaki tutumundan ziyade burada Başbakan’ın medya ve halk üstündeki etkisini tartışmakta fayda var. Taraf’ın tirajındaki düşüşün hemen ardından İDO’larda maruz bırakıldığımız, dayatılmış kanal diyebileceğimiz 24’ün web sitesinden verilen haberin spotu fazlasıyla manidardı: “Taraf Gazetesi iki gündür yaptığı haberlerle okuyucularının güvenini kaybetti ve tirajda çakıldı.” Bir gazetenin okuruyla ilişkisinde güven kaybı kelimesini kullanmak için ununu elemiş eleğini asmış bir sosyolog olmak bile yetersizdir. Böyle bir tespiti yaparken 24’ün web haber metinlerini yazan bireyin içinde bulunduğu ruh hâlinin derinlikli analizini yapmakta fayda var. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne kökten bağlı bir televizyon kanalında çalışıyorsunuz. Başbakan, Wikileaks konusunda sizle aynı doğrultuda yayın yapmayan kuruluşlara “alçak” sıfatını kendine nasıl bir özgüvenle bu sözü söyleyecek konumda bir rol biçtiği anlaşılmaz biçimde layık görmüş. Siz ise 24’ün duruşunu yansıtmak zorundasınız. Elbette ki bazı yazarları kanalınızda gün gelince konuk olan Taraf’ı hızla harcamalısınız. Çünkü paşaların paşası Recep Tayyip Erdoğan öyle istiyor. Gazetecilikte otosansürün siyasal atmosfere paralel olarak ilerlemesi gazeteciliğin haysiyetsizleşmesidir. Bu haysiyetsizleşme aşamasında en çok imzası olan gazeteciler büyük boyalı gazetelerin başlarından bize el sallasalar, jöleli saçlarıyla derin bakışlar fırlatsalar, Türkiye basınının JR’ı Ertuğrul Özkök gibi Ahmet Kaya’yı önce manşetlerde mahkum edip sonra ben yapmadım diye bol maaşlı köşelerinden mızmızlansalar da gelin biz bu ayıba ortak olmayalım. Mesleğimiz mühimdir. Koridorlarında ölümle yazdıkları yüzünden tanışmış Göktepe’nin, Dink’in, Mumcu’nun dolaştığı gazetelerde, haysiyete dair bir şey kaldıysa eğer, bu mesleğin deri koltuklarla değil onları üretenlerle ilgisi olmasından ileri gelmektedir. Bizim etik sorumluluğumuz da siyasi yükümlülüğümüzde “Devlet girdi” diyenleri, “Ayıp ettin gözüm”leri, hamamda tecavüz edilen genç kadınlar için “Hamamda terlettiler” başlığını atanları aramızdan temizlemektir. Yine de bunun Hürriyet’te birkaç tweet’ten oluşan köşe yazılarıyla İzmirlilerin gönlünde taht kurmuş ancak bundan yıllar önce işçilerin polislerden dayak yemesini gazetesinde hainlerin denize dökülmesi olarak görmüş Çölaşan ve Bekir Coşkun yedeği yazarın bize verdiği derslerden çıkarmak gibi bir niyetimiz varsa o işin olmayacağına emin olabiliriz. Özdil’le, Özkök’le geleceğe şekil vermeye çalışacaksak eğer, mesleğimize acil şifalar dilerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder