16 Aralık 2010 Perşembe

Medyanın öğrencilere yönelik “Orantısız şiddet kullanımı” / Evrensel - 15.12.2010


Türkiye’de bir şeylerin değiştiğini düşünenler için sanırım yeterince korkunç bir hafta geride kaldı. AKP Hükümeti’nin her yaptığını demokratikleşme çabası olarak yorumlayan cemaat basını ve liberal basın,öğrencileri çarmıha germek için çareler arayadursun, aklının ve fikrinin namusunu maaş çeki karşılığında kiralamamış olan kimi yazarlar öğrenci karşıtı düşüncenin kalesinden gazetelerinin bir numaralı adamlarına da karşı çıkma cesaretini gösterdiler.
“Bunun neresi Radikal” sorusunu bana sık sık sorduran patronu Eyüp Can ile Radikal Gazetesi ciddi bir tartışma ortamına girdi. Açıkçası bu, grubun başındaki isimlerin gazetenin başına geçirdikleri adamı seçerken yaptıkları büyük hatanın doğal sonucuydu. Aralarında Ertuğrul Mavioğlu, Sırrı Süreyya Önder, Özgür Mumcu, Bener Onar gibi Radikal okurunun zaten fikirleri konusunda içini rahat tuttuğu isimler Eyüp Can ve özellikle de İslamcı kökenli kontenjanından gazeteye kondurulmuş alemin sağ beki Akif Beki’ye tepkilerini çekinmeden gösterdiler. Murat Yetkin bile “yeter ama!” diyenlerden oldu. Gazete içi demokrasi bu mudur tartışılır; ancak Beki’nin iktidar ilişkileri, Can’ın ise Radikal içerisindeki iktidarı göz önüne alındığında mazlum ile zalimin pozisyonlarının hayatın her alanında ne kadar zıt ve sert olduğunu görmüş olduk. Eyüp Can, dünya muhalefet konjonktüründen alıntıladığı Franklin McCain’in hikayesiyle şiddetsiz direnişi öneriyor. Bu direniş yoluyla tarihin farklı dönemlerinde çok şey elde edildiğini ifade ederek muhtemelen aralarında hiç bulunmadığı sosyalist muhalefete ders veriyor, ağabeylik ediyor.
Sizi bilmem; ama ben Eyüp Can’ın kendini Türkiye’deki tüm muhalif hareketlenmenin Genel Yayın Yönetmeni olarak gören bu tavrından pek hoşnut değilim. Bir gazetecinin görevi halka öğüt vermek değildir, halkla beraber dönüşmek, halkın taleplerini yansıtmak gazetecinin sosyal sorumluluğudur. Eyüp Can, devletin basın bülteni gibi şakıyıp, liberallerin bayıldığı ve devletin etrafında kanserli bir hücre gibi yapılanan aktivizmini çoktan yitirmiş bir sivil toplum anlayışını övdükçe gazeteciliğin temel işlevlerinden gittikçe uzağa düşüyor.
Radikal tayfasından uzaklaşıp Sabah’a uzanırsak, Türkiye basınının utanmaz adamı, göbeğini asla kaşımayan ama illa ki kaşıyacak bir yer bulduğunu düşündüğüm Engin Ardıç ise örf ve adetlerin arkasına sığınıp katillerin karnındaki bebeğini öldürdüğü genç kadına ahlâk dersi veriyor. O da yetmiyor, kendisine şu soruyu soruyor: “Senin birinci sorumluluğun bebeğine karşı mıdır yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı mı?”
Protestonun kanunlarca korunan bir hak olduğu, hamile olmanın Türkiye’de yurttaşlık haklarından mahrum olmak anlamına gelmediğini muhtemelen Galatasaray Lisesi sıralarında beraber oturduğu arkadaşlarından biri Ardıç’ın takıldığı ve onun tabiriyle biz ayak takımının ve köylülerin giremediği janti bir otamda elbette kulağına fısıldar. Yine de kendisine hatırlatmakta fayda var ki yeni bir bin yıla girmişken hala on beş yirmi sene önceki bacak arasından farklılık çıkaran yazarlığın modası geçiyor. Bu tip bir yazarlıktan medet umanların sayısı her geçen gün azalırken Ardıç gibi yazarların gazetelerin köşelerinde hala yer tutabilmesini ise tarihin bir cilvesi değil, gerici olanın yeniye karşı umutsuz direnişi olarak yorumlamakta fayda var. Bugün Ardıç’ın “az satan gazetelerin az okunan yazarları” olarak nitelendirdiği isimlerin itirazları ileride medyada etik derslerinde ideal tutum olarak değerlendirilirken Ardıç ve benzerlerinin yorumları öğrenciler arasında şaka malzemesi olmaktan ileri gidemeyecek. Ardıç, Rasim Ozan Kütahyalı ya da Yıldıray Oğur dışında benzeri çıkmayışını kendi özgünlüğüne bağlasa da yeni kuşağın gazeteciliğin ve insanlığın onuruna sahip çıkma ihtimalini de gözden kaçırmasın derim. Ardıç ve Can gibi muktedire hizmet eden kalemler bize cennetin yolunun itaatte olduğunu anlatadursun biz Behçet Aysan’ın dizelerine sığınıyoruz: “Yok başka bir cehennem, yaşıyorsunuz işte”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder