1 Aralık 2010 Çarşamba

Medyanın Pınar Selek’le imtihanı / Evrensel 01-12-2010


Nokta Dergisi’nin yayınladığı darbe günlükleri Türkiye’de yeni bir siyasal alanın açılacağının ve bu alanı medyanın haber yapım biçim ve cesaretinin şekillendireceğinin göstergesiydi. Normal ve demokratik bir ülkede başarı olarak adlandırılacakken neredeyse lanetlenerek kapatılan derginin genel yayın yönetmeni Alper Görmüş, Cihan Haber Ajansı’nın dergisine verdiği röportajda Nokta’nın cesaretinin ardında yatan gazeteciliği anlatırken yarın öbür gün portreniz yazılsa nasıl tanımlanmak istersiniz sorusuna şu cevabı verdi: “Mesleğini hakkıyla yaptı”

Türkiye’nin 90’lara ilişkin siyasal portresine baktığımızda medya, iktidar ve ordu ilişkilerini oldukça farklı bir biçimde okuma şansımız oluyor. Bu hafta katıldığım bir konferansta Radikal yazarı Oral Çalışlar 28 Şubat’la ilgili olarak “Genelkurmay biz gazetecileri çağırıp brifing verdi” dedi. Bugün Türkiye’de Genelkurmay’ın hali hazırda sözcüsü olarak çalışan kimi gazete ve gazeteciler hariç kimseyi ayağına çağırıp “Biz bir darbe yapacağız, bizi destekleyin” deme lüksü bulunmuyorsa, bunun sebebi Türkiye’de değişen sermaye yapısı ile birlikte medyanın da “ısıran” konumuna gelebilmesi. Yine de medyadaki hakim sermayenin bölünmesi gerçeğini okurken sermayenin halk arasında demokratik ve eşitlikçi bir şekilde dağıtılmadığını da görmekte fayda var. Peki “ısıran” medya geleneğimizin Nokta’nın aksine tek tarafı ısıran tutumunu nasıl değerlendireceğiz?
Türkiye’de görüldü ki devlet ve kurumlar ile çatışan gazetelerin bir problemi var. Halkla iletişimleri düşük; insan onların haberinin öznesi olamıyor. Kurumsal dünyanın dilini kurumların diliyle ve terminolojisiyle sorguluyorlar. Örneğin devlet içindeki çeteleşmeye yönelik en iyi haberleri yapan Taraf Gazetesi’nin Başbakan’ı protesto eden öğrencilerle ilgili haberinin başlığına bakalım: “Protestonun bedeli ağır oldu.” Türkiye’nin demokratikleşmesinin medyadaki öznesi olmak iddiasındaki bir gazetenin polis copuyla aynı dili konuşması, Kurtlar Vadisi’ni aratmayan başlıklar atmasının demokratik medya oluşumunun neresinden geçeceğini sormakta fayda var.

YILDIRAY OĞUR:
NEOLIBERAL TÜRKIYE MEDYASININ SAVCISI!



Twitter’ın genç, sivil ve yakışıklı figürü, Taraf’ın paşası Yıldıray Oğur’un Pınar Selek’le ilgili iddialara yönelik yorumu ise “devlet”le böylesine hesaplaşabilen bir mantığın, konu insan ve hakları olduğunda nasıl sınıfta kaldığının açıkça göstergesiydi. Selek’in “sosyolog” olup olmaması noktasından çıkıp PKK’ye yakın yayın organında çalışmasına dek bir sürü bilgi üstünden Selek’e bombacı damgası vuran Yıldıray Oğur’un ne kadar gazeteci olduğunu “mesleğini hakkıyla yaptı” cümlesini hak ettiğini düşündüğüm Alper Görmüş’e sormakta büyük fayda görüyorum. Benim indimde ise Yıldıray Oğur, bilir kişilerden sadece 2’sinin sebebi bombadır dediği patlamayı çelişkili ifadeler üstünden Pınar Selek’le ilişkilendiren hukukçu ne kadar hukukçu ise o kadar gazetecidir. Bugüne dek yaptığı haberler ve yazdığı yazılarla oluşturduğu liberal tonun, muhafazakârlığın serin sularındaki rahatlığı Yıldıray Oğur’a rahat gelmiş olacaktır ki kendisinin sık sık demokrasi, vicdan ve benzeri değerleri vurgulayan arkadaşları bile Oğur’a “Orada dur” diyebilmektedirler.

Bir gazeteciye “orada dur” denmesinin hiç etik bir davranış olduğunu düşünmesem de Türkiye’deki erkek ve militer dilin, düzenin kırılmasında şüphesiz ki Yıldıray Oğur’dan bin kat daha faydalı olan Selek’e sadece “Sürüne sürüne erkek olmak” gibi bir çalışmayı yapıp militarizmin ipliğini pazara çıkardığı için bile destek olmak bizim onurdan hala bahsedebilmemizin ön koşuludur. Pınar Selek’le ve Selek gibi sistemi, militarizmi, erkekliği sorgulayanlarla aynı safta duramamak, pragmatistliğin ve maksatlı kuşkuculuğun kirli sularında yıldızlaşmak adına ortaya çıkan acınası bir tutumdur. Böyle bir tutumu, protestocu öğrencilerin aldığı cezayı “hard news” formatında alt metinden de “oh iyi oldu” diyerek geçiverenlerin tutumunun bu olması da hiç ama hiç şaşırtıcı değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder