“Uçsuz bucaksız zenginlikler okyanusun içinde, fakirlikle kuşatılmış yalnız bir adada yaşıyorlar. Hala kendilerini toplumundan dışlanmış, kendi toprakları üzerinde sürgün hissediyorlar ve acılar içinde kıvranıyorlar. İşte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için burada toplanmış bulunuyoruz.”
Bu sözler doğal olarak türkçe okunduğunda bize Kürt halkının hikayesini anımsatsa da tarihin tüm siyahlarına bir hayal bırakan Martin Luther King JR’ın karşısındaki kitleye hitabının başında yer alıyordu.
O bir değişimin öncüsüydü, bir hayalin gerçekleşmesi için cesur adımlar atılması gerektiğini bilen, konuşmayı bilen, konuştukça açılacak alanların yapıcı potansiyelinin farkında olan bir adam. Bugün dünya O’nun “Bir hayalim var” başlığıyla anılan konuşmasının ezilenler için eşitlik, özgürlük ve adalet isteyen satırlarından ders alanların yol hikayelerine eşlik ederek dönmeyi sürdürüyor.
Her aydınlık yolculuğu, karşısındaki karanlık kuvvete rağmen sürüyor ve bu mücadelede en büyük kayıpları mücadelemizin en güzel çocuklarını yitirerek veriyoruz.
Aylardan Ocak. Hrant Dink’in, Metin Göktepe’nin, Uğur Mumcu’nun öldürülmeleri üzerinden geçen zamanı hesaplamak için miladi takvimin yıllarını hesaplamaya gerek yok. Bizler, vicdanımızla biliyoruz ki takvim yaprakları ileri sararken, adaletin takvimi hep geride kaldı. Oysa aynı takvim birileri için işlemekte tereddüt etmedi. Tecavüzcüleri, faili meçhul sanıklarını, devletin beslediği katilleri salıvermekte, kaçmalarına göz yummakta bir an bile tereddüt etmedi adalet. Çünkü bu ülkedeki adalet, ezilenlere, azınlıklara, işçilere, kadınlara, eşcinsellere tanınamayacak kadar büyük bir imtiyazdı.
Adalet, onlarındı.
Devlet sade ve sadece kendine karşı işlenen suçlarla ilgileniyordu. Örneğin Cumhurbaşkanı ailesine Ermeni denmesine alınarak dava açıyordu. Kimliksel ya da dini bir yanlış tanımlanmayı kanıtlamak adına değil, Ermeni olmanın utanç duyulacak bir şey olduğuna inandığından ötürü. Aslına bakarsanız, bu hiçbirimizi şaşırtmadı. Online arama motoru Google’ın görsellerinde Hrant Dink adını yazdığınızda AB serumundan beslenen Hrant’a kadar varan, alçaklığın sınırlarını zorlayan onlarca çizgi görebiliyorken bir ülkenin bilinç tezahürü olarak devlet zirvesinin farklı olmasını bekleyemezdik. Bir haftadır ucubeliğini tartıştığımız sanatın bile bu ülkede Türk-İslam sentezi çerçevesinde kazandığı nefret sanki bize alamadığımız yolu göstermek için elinden geleni yapıyor.
Muktedir bize dil çıkarıyor, bizle dalga geçiyor. Birileri mahkeme koridorlarında aydınlara parmak sallayıp “akıllı olsun” diyor. Toplumun her kesimi kocaman bir tehdit altında. Bizler tehdit altındayız.
Geçtiğimiz yıl Arat’ın Agos’un penceresinden yaptığı konuşma geliyor aklıma. “100 yıl önce avdık, bugün yem olduk diyor” tüm Ermenileri kastederek. 100 yıl içerisinde bu topraklara en güzel mimari eserleri, en güzel gülümsemeleri bırakan halkı devlet ve din nefretinin nasıl yok ettiğine tanıklık ediyoruz sanki o konuştukça.
Tarihin kimden yana olduğunu sorguluyorum birden. Beyaz yakalı holding patronlarından yana mı yani tarih? Yakalarında gazeteci yazıyor diye gazeteci olanların satırları mı öğretecek örneğin doğmuş ve doğacak tüm çocuklara tarihi? “Hep öyle olmadı mı?” diyorum. Hrant’ı ölüme götüren haberlerin yapımında emeğini esirgemeyen Çölaşan ve Ertuğrul Özkök düşüyor aklıma. Bu gazetelerin, televizyon kanallarının her birinin katillerin suç ortağı olduğu gerçeğini görüyorum. Sonra başka bir tarafta 138 yılla cezalandırılan gazetecilere Hrant gibi, Mumcu gibi, Göktepe gibi gidenleri görüp hesap sorma vaktidir diyorum. Tam da bu yüzden King’in sözlerindeki gibi “işte bu maksatla; bugün, bu utanç verici durumu gözler önüne sermek için” Agos’un önünde ya da Türkiye’nin herhangi bir köşesinde ses çıkaralım: “Katiller halka hesap verecek!” diyelim. Ve artık bu ülkede Türk, Zengin, Heteroseksüel, mümkünse erkek ve Müslüman olmanın hayatta kalmanın tek şartı olmadığını onlara anlatalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder