Geçtiğimiz hafta tüm kendine demokratlar yumurtalı eylem yapan öğrencileri “Faşizm”le suçlarken meclis çatısı altında ırkçılığın parti simgesine göre değişmeyen bir şey olduğunu kanıtlayan gelişmeler yaşanıyordu. Tam bu sırada Işık Koşaner koltuğuna sinmiş kokuya mı dayanamadı bilinmez, muhtemelen Mehmet Ali Şahin’in verdiği gazı da alıp Kürtlere “cıs” dedi. Genelkurmay tarihsel görevini yerine getirip, barışın önünü tıkamak konusundaki başarısını yenilerken AKP’nin ve AKP’linin dostu medyada kimi kalemlerden vesayet sesleri duyulmaya başladı. Yine de atlanılan bir nokta vardı: Konu Kürtler olduğunda gazeteleri, ağababaları ve apaçık destekledikleri partiler aynı taraftaydı: Askerin tarafında.
Elbette Koşaner’in bu bildirgesinin ardından gözler Taraf gazetesine yöneldi. Vesayet üstüne yayınlarıyla alkış da almış bir gazetenin ne söyleyeceği çok önemliydi. Sürmanşetten görülen açıklamayı “Endişeli işgüzarlar” başlığı ile sunan gazete sanki Mehmet Ali Şahin ve Bülent Arınç hiç konuşmamış gibi, 301’deki derin performansı ve sünnetli sünnetsiz ayrımıyla ırkçı gönüllerde taht kuran Cemil Çiçek sanki AKP’nin değil İsviçre’de bir partinin vekiliymişçesine AKP’ye hiç değdirmeden bir spot yazmıştı: “Cumhurbaşkanı Gül’ün ‘Vatandaşlarımızın konuştuğu diller bizim dilerimizdir’ açıklamasının hemen ardından Genelkurmay yine siyasete dil uzattı: Bu tartışmalardan endişe duymaktayız.” Bir insanın böyle bir manşet atmak için ya fazla iyi niyetli ya da fazla kötü niyetli olması gerekir. Arkadaşlarımıza faşist diyenlere iyi niyetli diyecek değilim. Taraf’ın vesayet konusunu bir sivilleşme meselesi değil AK PAK olma meselesi olarak görmesi kimseyi şaşırtmıyor. Romancılık ve gazetecilik arasındaki temel farkı arada Ahmet Altan’a hatırlatmakta fayda var. Romanda okurun yazarla kurduğu ilişkiyle gazeteyle okurun kurduğu ilişki arasında fark vardır. Bu fark hakikat beklentisidir. Ben Taraf’ın bir iki servisi hariç kendilerinden hakikat beklentisini çoktan kesmiş ve bir süredir gazeteyi boykot eden bir eski okur olarak Taraf’ın ilk günlerde ortaya koyduğu tavırla bugünkü arasında derin bir fark görüyorum. “Paşasının Başbakanı” manşeti atmış bir gazete bugün “Başbakanının Komutanı” manşetini atabilirdi. Çünkü, BDP’nin tasfiye edilmesine dair dileklerle AKP’den yükselen tüm sesler, AKP ile Genelkurmayın konu Kürtler olduğunda aynı tarafta olduğunun göstergesi. Kürtleri ve öğrencileri doğal düşman olarak gören ve bu bakış açısından asla vazgeçememiş bu iki kurumun söz birliği etmiş gibi hareket etmesi beklenendi. Bazı okurları şaşıracak olsa da Taraf’tan benim beklediğim sürmanşet de tam olarak buydu.
Söylemsel bir itirazı da dile getirmekte fayda var. Bu çok kültürlülük meselesinin memleketimiz sınırları içerisinde yeterince tartışılmadığını düşünüyorum. Çok kültürlülüğe bir “Zenginlik” ya da “Kültürel” bir mesele olarak bakmak tarihsel bir yanlıştır. Bu nedenle çok kültürlülük üstüne yapılan çalışmalarla ilgili olarak Demir Küçükaydın’ın yaptığı bir tespitle bu haftaki medya eleştirimizin altyapısını kurgulamakla fayda var. Cumhurbaşkanının bahsettiği çok kültürlülük devletin baskısını ve aşırı müdahaleciliğini öngören bir çok kültürlülüktür. Kültürlerin özel alana hapsedildiği, kamusalda devletin hakimiyeti olan çok kültürlülüğün farklı gruplara özgürleştirici olarak sunduğu politikaların özünde kişinin özgürleştiği ana yapılan müdahaleler olduğunu fark etmeliyiz. Arendt kişinin kimliğini söylem ve eylemle kazandığını söyler. Bir kişi ne olduğunu ifade edebildiğinde Kürt’tür. Bir Kürt, Kürtçe konuştuğunda, bir sosyalist mücadele ettiğinde sosyalistliğini kazanır. Ülkemizdeki çok kültürlülük yanlış anlaşıldığından olsa gerek sosyalist olduğumuzu da Kürt olduğumuzu da Ermeni olduğumuzu da saklamak zorundayız. Şimdiden bu yazıyı okuyan bir demokratın ne diyeceğini ön görebiliyorum: “Böyle ileri demokrasiye kurban olun siz” Cevabım hazır: Bu toprağın bütün çocukları bu çok kültürlü demokrasi masalının kurbanıdır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder