Medya deyince aklımıza gelenin basılı yayınlardan ibaret olmaması sevindirici. Türkiye olarak modernizmle imtihanımızda başarısız olduğumuz konulardan biri daha olan sosyal medyanın ve İnternet’in baş sorumlusu, tren kondüktörü suçlayıcımız, iletişim devi, ilk 3G görüntülü konuşma denemesinde halkına kulağını gösteren bakanımız Binali Yıldırım’a kulak verseydik acaba durumumuz nice olurdu?
Binali Yıldırım’dan önce sosyal medyada sosyalistlerle başlamakta fayda var. Sosyal medya ile ilgili çok yazılıp çizildi. Özellikle kapitalizm dininin modern şeyhleri interaktif reklam ajanslarının oturan boğaları konuyla ilgili olarak sosyal medyayı interaktif pazarlamaya geçiş olarak sundular. Biz, olayı sosyal örgütlenme, muhalefeti geniş kitlelere yayma çabası olarak yorumlayanlar içinse durum bambaşkaydı. Bizim için sosyal medya yeni bir araçtı. Twitter ve friendfeed sundukları özelliklerle her ne kadar dev kapitalist organizasyonların iştahını açsalar da Türkiye’de birçok sivil ve siyasi örgütlenmenin kaynağı oldu. Meclisteki kimi partiler sosyal medya timleri kurdular. Daha önce Ekşi Sözlük’te yapılan operasyon burada da yapıldı. Özellikle, kendine sosyalist süsü veren kimi liberal partilerin genç üyeleri partilerinin reklamını yapmak adına (Ortaya konacak yeni bir fikir yoktu, sol ambalajıyla pazarlanan liberalizm vardı) bütün olanakları kullandılar ve liberallikle göbek bağları sosyalistlerce çoktan keşfedilmiş isimleri sosyalist ambalajıyla bir güzel “pazara” sürdüler. Sosyalist partiler ve örgütlenmeler elbette bu sırada piknikte değildiler.
Aralarında Evrensel’in de bulunduğu sol basın facebook, twitter gibi araçlarla kendini ifade etme olanağı bulurken yeni bir kitleyle tanıştı. 15-25 yaş arası kitle artık politikleşmek için lisede bir örgütün onlara ulaşmalarını beklemeyeceklerdi. Sosyal medya ile politizasyon süreci hızlanıyor, Kemalist eğitime karşı ikinci bir yol açılıyordu...
Bu ikinci yolu kapatmak elbette ki Binali Yıldırım’ın göreviydi. Bilginin alternatifi olmamalıydı. İktidarın kara kitabı tek ve tasdiklenmiş bir dili emrederdi. Milli güvenliğimizin gereği buydu. Önce toplumun üstünde uzlaştığı düşmanlardan başladılar yasaklamaya. Eş cinsellerin etrafında örgütlendikleri siteler “pornografik” oldukları gerekçesiyle kapandı. Sıra elbette etnik grupların haklarını savunanlara, anarşistlere ve sosyalistlere gelmişti. İlk darbeyi “Cumhuriyetin üvey çocukları”ndan Kürtler yedi. Tüm Kürt gazetelerinin siteleri teker teker kapanmaya başladı, DNS ayarı denen cankurtarana sahip olmayanlar için Kürt olmak artık İnternet’te bile zordu. Sıra sosyalistlere geldiğinde ise işlem kolaydı. İnternet’e “gogıl” diyen bürokratlar google aracılığıyla anahtar kelimeler üstünden İnternet’te işlem tamamdı. Kampüslerde Kaosgl.org gibi siteler yasaklandı, sol sitelere girenler yurtlarında ve kampüslerinde fişlendiler. İnternet sınırsız özgürlüktü.
Bu bize uymazdı. Ne de olsa biz Şükrü Saraçoğlu’nun torunlarıydık! Dahası Takrir-i Sükun kanununu, İstiklal Mahkemelerini sindirmiş bir halktık, bunu sindirmek zorundaydık. Özgürlük bize bir beden bol geliyordu! Anlayış buydu.
Bugün Türkiye’de yerleşmiş olan sosyal medya mantığı AKP’nin neoliberal eşiğinde boy attı. AKP’nin vekilleri sosyal medyanın müdavimleri arasında. Dahası AKP’nin kimi gençlik kollarında sırf bu işler için beslenen üyelerin olduğu da bilinen gerçekler arasında. Hatta bazı interaktif sözlüklerde bu gibi kadrolaşmalar açıkça gözlemleniyor.
Dahası CHP de bu kadrolaşmaya dahil. İki taraf arasında sosyal medyada da süregelen bir tartışma var.
Peki ya biz? AKP’siz ve CHP’siz, sistemin ahırındaki atlara muhtaç olmayan bir dünya isteyenler de orada. Dahası, entelektüel birikimler arasındaki fark sosyal medyanın eşitlikçi fırsat tanırlığı sayesinde gün yüzüne çıkıyor. Biz Binali Yıldırım kriterlerine uymuyoruz elbette. Birçoğumuzun “milli” güçlerce fişlendiğine şüphe yok; ama susmayıp yeni kamusal alanı dönüştürmeye var mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder