2 Şubat 2011 Çarşamba

Ölemeyenlerin öyküsü / Evrensel - 26 Ocak 2011

Oscar Wilde şöyle diyor: İnsan kaç hayat yaşarsa, o kadar ölümle ölür. Bugün dünya üzerinde insanca yaşanan milyonlarca hayatın birini bile yaşayamayanlar, bir hayatı bile çok gördüklerimiz hakkında konuşmayacaksak, bu bizi yapsa yapsa orta halli muhafazakâr bir ülkeye başbakan yapar.
Türkiye’nin dört bir yanından mühimmat fışkırırken, o mühimmatlarla ilgisi olduğu tahmin edilen ya da hiç de saklanmaya gerek duymayan ve birilerinin depolarında bulunan silahların eseri olan bitmiş hayatlar ölüm kuyularından çıkmaya devam ediyor. Hepimiz Ali Sami Yen ile TT Arena’nın durumunu, Adnan Polat’ın Galatasaray’a ne kadar yakıştığını tartışırken orada bir yerde bitkilerin değil hayatın yok edilmiş, kökü salınmış duruyor toprakta. Anlıyoruz, biz İstanbul’un, İstanbullu’nun gündemiyle bu kadar meşgulken, Anadolu’nun topraklarının neden çorak kaldığını, insanlarının gözlerinde neden garip bir burukluk olduğunu görüyoruz, çünkü o toprakların altında torunları, çocukları, babaları, anneleri yatıyor. Sadece 2010 yılında 16 çocuk ölmüşken, bu ülkede medyanın tam olarak ne iş yaptığını sorgulamak kalıyor bize. Bu ülkede ölümüzün değerli olması için ünlü, zengin ya da sosyeteden biri olmamız gerektiğini hatırlıyoruz. Muhtemelen, güzel pozları olmadığından ya da çektirdikleri yegane fotoğraf o koca gözleriyle bakan Ceylan’ın fotoğrafı denli onların magazin sayfalarına yabancı kaçacak olduğundan, çocukları ve onların ölümünü görmezden geliyorlar. Ağabeylerimizin, ablalarımızın hasta hasta tutsak edilmesine de göz yumuyorlar. Kanser tüm vücudumuza yayılmadıkça bizi “haber yapmaya değer” bulmuyorlar. Çünkü o büyük kulelerdeki parlak gazetelerin muhabirleri ve patronları ile onlara göre “diğerleri” olanlar arasında fark var. Aynı sıralarda dirsek çürütenlerin dahi her zaman fark ettiği bu hâl bir vicdan hâlidir. Bu hâl yerin altındaki isimsiz cesetlerin, yerin üstünde tesadüfen hayatta kalan, yürüyen ama hayata bir şekilde tutunmayı beceren ölülerin mücadelesine dair bir hâldir. İşte bu yüzden, zamanında işkence tezgahlarının işkencecileriyle beraber cenazelerde, devlet koridorlarında saf tutanlar, bazı haberleri yapacak yüz ve ahlâka sahip olamazlar.
HER MAKTÜL ANTİ-KAHRAMANDIR
Bugün Türkiye’nin dört bir yanındaki işçi eylemleri, en son bir örneği İzmir’de görülen torba yasa karşıtı eylemde meydana gelen gözaltılar ve 2010 yılı boyunca süren tüm direnişler gösterdi ki o ahlâka ve yüzümüze bakacak haysiyete ne yaşayanlar ne ölenler için sahipler. Boyun eğmenin, modern köleliğin bir kader olduğunu düşünmek bir yana dursun, anlattıkları özgürlük masallarından başka bir zincir olmadığını hala anlayamadılarsa bakacakları bir yüz var: Nevin Berktaş’ın yüzü.12 Eylül yılları da dahil olmak üzere toplam 21 yılını cezaevinde geçirerek, kadın siyasi tutuklular içinde en uzun yıl içeride kalan Nevin Berktaş, 3 Kasım’dan beri tutuklu durumda. Tutuklanma nedeni, devletin resmi sesi Hürriyet Gazetesi’nin “Devlet girdi” diye haberleştiği 19 Aralık katliamı öncesi kaleme aldığı “İnancın Sınandığı Zor Mekanlar: Hücreler” isimli kitap. Kısacası Berktaş, holdinglerin afili çocuklarının, güzel kızlarının asla cesaret edemeyeceği bir şey yapmış, maktulü yazmış. Maktulün hikayesi zor ve çetrefillidir. Her maktul, devletin kahramanlarının karşısında, gerçek bir anti-kahramandır çünkü. Kahramanlık, hele ki bu topraklarda “devlet adına kurşun atmak ve yemek” olarak tanımlanalı beri, bu en ama en zor iştir.
Başbakan ve O’nun gibiler Marksist Leninist diye tanımladıkları gençlere bugün alay ederek yaklaşmaya cesaret ederken, o parlak köşelerinden bize sırıtan ve “zamanında bu hataları biz de yaptık, gene olsa gene yaparız” diyen; ama bu yapılanları garip şekilde hata olarak gören, uzlaşan ve bunu marifet sayanların payını sorgulamak şart. Elbette, Nevin Berktaş gibi, Metin Göktepe gibi, vicdani retçi İnan Süver gibi, Güler Zere gibi yaşamak herkese nasip olmaz, peki ya az da olsa haysiyetli yaşamak? Sanırım o uzlaşan yazarlara, eli kalem tutarlara tam da bunu sormak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder