15 Mayıs 2010 Cumartesi

Can Dündar: “Bu ülkenin iyi çocuklarını ya mezarda ziyaret ediyoruz ya hapishanelerde…”


Hafta içi NTV haberi sunarken bir yandan da Milliyet’teki yazılarına devam eden Can Dündar’la Türkiye’yi, 12 Eylül’ü, Kürt Meselesi’ni ve medyayı konuştuk. Yakasındaki yüzlerden, Türkiye’nin görmeye fırsat bulamadan yitirdiği insanlardan ve görmek istemediği gerçeklerden bahsettik.

Sarphan Uzunoğlu: Benim Gençliğim isimli kitabınızdaki bir yazınızın sonunda 12 Eylül’ü kastederek şöyle diyorsunuz: “Hayatımızın en güzel yıllarını aldılar elimizden, onları hiç affetmedim.” Sizce 12 Eylül sonrası Türkiye nerede, yaraların sarılması mümkün oldu mu?

Can Dündar: Olmadı tabi, daha hiçbir hesaplaşma yapılmadı. Hala onun anayasasıyla yönetiliyoruz. Bir yargılama süreci geçirilmedi. Onun kurduğu sistem ve onun yetiştirdiği gençlik iktidara geldi. O mantaliteyle yönetiliyor hala Türkiye. Onun hatalarının bedelini ödüyoruz. Dolayısıyla yara sarılmadı, tersine kanıyor hala. Toptan bir yara sarma için anayasadan başlayarak 12 Eylül’ün bütün tahribatının silinmesi lazım. O da büyük bir seferberlik istiyor.
Sarphan Uzunoğlu: “O dönemin çocukları iktidarda” demişken, sizin bir yazınızda “Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız insanların cenderesinde bir ömür geçirdik” diye bir sözünüz var. Bu çok güzel bir teşhis; ama tezgahından meyve alacağınız insanlar neredeler? Neden orada değiller?
Can Dündar: Ya mezarlıkta ziyaret ediyoruz onları ya hapishanelerde ziyaret ediyoruz.
Sarphan Uzunoğlu: Peki bu iyi insanların bir şekilde ortaya çıkanları oldu mu? Çıkanların sonu ne oldu?

Can Dündar: Dedim ya bir zihniyet iktidara geldi. Aslında 12 Eylül mahsulü derken ben şeyi de kastediyorum, başbakanı da o şeye koyuyorum. Öcalan’ı da oraya koyabilirsiniz. Hakikaten bütün yanlış politikalar yanlış şeyler, sonuçlar üretti. Böyle bir tek parti iktidarı olması, PKK hareketinin doğması, bütün bunları da 12 Eylül’le ilişkilendirebiliriz. PKK hareketinin 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde doğduğu söylenir. O dönemde uygulanan her şey çok saçma sonuçlar verdi. Hastalıklı bir bünye nasıl farklı yerlerinden arıza verirse o tarz sonuçlar çıktı ortaya ve o dönemin gömdüğü insanlar da belki, birçoğu, ben hocalarımdan meslekdaşlarımdan biliyorum, Türkiye’nin önünü açabilecek birçok insan için de 12 Eylül Dönemi bir kapanış dönemi, tatsız bir final oldu.

Sarphan Uzunoğlu: Ahmet Kaya ile ilgili bir yazınız vardı. Bu yazıda Kaya’nın İstanbul’a geliş sürecinden bahsediyordunuz. Aslında çoğu Kürt’ün Türkiye’de var olma mücadelesinde yaşadıkları şeylerden bahsetmiştiniz. Bu var oluş mücadelesinde Kürtler şimdi neredeler sizce?
Can Dündar: Eskiye göre çok ciddi kazanımlar elde ettiklerini düşünüyorum. Bir kimlik mücadelesi verdiler ve o kimliği kazandılar, tescil ettirdiler. Devletin yoksaydığı bir Kürtlük şimdi herkesin dilinde. Bu ciddi bir kazanımdır. Bir dönem Ahmet Kaya’nın canına mal olan şeyi bugün son derece sıradanlaşmış bir şekilde görebiliyoruz. Dolayısıyla bu bir kazanım değildir. Burada asıl kritik soru, zannediyorum, bunu nasıl elde ettikleri. Bunun cevabını vermeye çoğumuz korkuyoruz çünkü bunun cevabının içinde silahlı mücadele var. Acaba o olmasaydı, PKK olmasaydı, bu kadar çatışmalı bir ortam olmasaydı bir nevi taviz gibi verilmiş bu haklar yine olacak mıydı? Barışçıl yollardan bu hakları verebilecek kadar Türk Devleti akılcı olabilecek miydi? Asıl soru bu bence.
Sarphan Uzunoğlu: Askerlik döneminde “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” vecizesinden başlayarak milliyetçi sistemin bir şekilde enjekte edilmesi süreci var. Siz bu sistemi ne kadar sorunlu görüyorsunuz? Değişebilir görüyor musunuz?
Can Dündar: Her ulus devlet kendi inşaat sürecinde bu tür ritüeller yapar. Normaldir, birçok ülkede yapılmıştır. Hata bunu yetmiş yıl sonra aynı şekilde, yukardan dayatan bir ritüel halinde sürdürmek. Dinde de görüyoruz bunu aynı şekilde. Batı dünyası bu ritüelleri insanileşitirip, popülerleştirip sıcaklaştırmayı başardı. İsa Rockstar diye bir film çekebildi, kendi özel hayatı üzerine film çekebildi. Bunlar Türkiye’de de olacak; ama zaman alacak biraz. Geciktiği de söylenebilir; ama artık çatlamalar görüyoruz, yakınmalar görüyoruz, çocukların buna isyan ettiğini görüyoruz.
Sarphan Uzunoğlu: Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgili size ait bir bakış açısıyla bir şeyler yapıyorsunuz. Derste taraf olmanın kötü olmadığından bahsettiniz. Gerçekten sizin yaptığınız işlerde ulaşmak istediğiniz nokta nedir? Yani Türkiye için bir kazanım olarak neyi sunmayı planlıyordunuz?
Can Dündar: Ya belgeselle ilgileniyorsanız bir defa tarihle ilgileniyorsunuz demektir. Ülkenin, insanların, seyircilerin tarihini tırnak içerisinde sizin doğrularınızı iyi anlaması, onla barışması, o tarihten yola çıkarak bugünü anlaması bugünle barışması ve yarını görebilmesi o tarihten yola çıkarak. Yani, yaşadığım şey şöyle bir tarihin ürünüdür. Yarın aynı çukurlara düşmemek için demek ki şunları yapmamam lazım. Galiba hepimizin ihtiyacı olan şey de bu.
Sarphan Uzunoğlu: Sarı Zeybek’te sizi kucaklayanların Mustafa ile bir linç rejimine yönelmesi durumu yaşandı. Siz gerçekten “bıktım artık” dediniz mi hiç?
Can Dündar: (Gülerek) Mustafa döneminde eleştiriler çok insafsız hal aldığı dönemde doğrusu şey… Yani “ne uğraşıyorum ki?” hissine zaman zaman kavuşmuş olabilirim. Yaptığım işten emindim ve seviyordum. Bu yüzden hiçbir zaman bırakayım moduna girmedim. Sadece, hakikaten bu kadarını hak ediyor muyuz? Çünkü sahiden bir kampanyaya dönüşmüştü; ama bırakmayı hiçbir zaman düşünmedim.
Sarphan Uzunoğlu: Yazılarınızda size özgün bir üslup var. Özgün bir üslubun dışında özgün bir insan olarak Can Dündar da var. Siz bir insan olarak dünyaya ne kattığınızı düşünüyorsunuz?
Can Dündar: (Gülerek) Çok iddialı olur yani… Şöyle söyleyebilirim kendimden bağımsız olarak. Her insanın bir katkısı vardır, her insan da kendine özgü bir katkı sunar. Zaman karar verecektir ve zaman tanrısı kendine göre bir karar verecektir. Bunu benim söylemem doğru olmaz, sadece ne yapmaya çalıştım? Belki belgesel gibi ihmal edilmiş bir alanda ısrarcı oldum. Yazı gibi çok iddialı bir alanda zamana direnebilme iddiası ortaya koydum; ama bu iddia geçerli midir, buna zaman karar verecek; ama mesela Mustafa için de öyle düşünüyorum. Yani, zamanla ne yapmak istediğimiz daha iyi anlaşılacak. Şu son iki filmden sonra bile daha iyi anlaşılacak diye düşünüyorum.
Sarphan Uzunoğlu: Uzun yıllardır Milliyet’te yazıyorsunuz. Başbakan’ın bu söylediklerinden sonra O’na muhalif bir şeyler söyleyenler artık tehlikedeler. Hiç yazarken otosansür uyguladığınız oldu mu?
Can Dündar: Bence oluyordur, yani bunu çok da hissetmeyebilirsiniz bazen. En azından sözünüzü seçerek kullanmaya kendinizi alıştırıyorsunuz. Orada bir şey görmüyorum. Zaten ben öyle polemik, sert üsluplar seven bir adam değilim. Zaten öğrenme sürecimse bu benim, olgunlaşma sürecinde, orada daha az kırıcı olan, daha makul, insanları kazanmaya dönük bir üsluba yönelmeye çalışıyorum. Onun için bu üslupla yazarken evet ben sözcükleri seçerek kullandığımı düşünüyorum; ama bunun adı otosansür müdür? Belki; ama sansüre uğramak uğramamak kaygısıyla böyle şeyler var. İçerik olaraksa böyle bir şeyin söz konusu olmadığını düşünüyorum. Her şey en sert politikacı tavrına ya da en baskın yönetime rağmen uygun bir üslupla her şeyi söyleyebilirsiniz.
Sarphan Uzunoğlu: Gazeteciliğin hala araştırmacı ve denetleyici bir iş olduğuna inanıyor musunuz? Bunlar hala toplumu, demokrasiyi denetleyici bir göreve sahipler. Ülkenin geleceği için çalışıyorlar, patronları, şirketleri için diyebiliyor musunuz?
Can Dündar: Tabi, bu kadar karamsar olmayın. İyi örnekler olduğu gibi kötü örnekler olduğunu düşünüyorum. Yani, siz şöyle diyebilir misiniz: Üniversite öğrencilerinin hepsi bilinçsiz, cahil, okumayan insanlar. Tabi öyle bir kesim de var ama öyle olmayan bir kesim de var. Tabi genel eğilimlerden söz edilebilir, dönem olarak ne yazık ki araştırmacı gazeteciliğin kaale alınmadığı bir dönemden geçiyoruz. Bunun sonucu olarak bir vurkaç gazeteciliği, patron gazeteciliği öne çıktı. İktidar yanlısı medya ortaya çıktı. Bu demek değil ki medya bütün işlevlerinden vazgeçti. Gazetenin çıkmadığı bir Türkiye’yi düşününce çıktığı bir Türkiye’nin daha iyi olduğunu düşünüyorum hala her şeye rağmen. Bir şeyleri gizlemenin de eskisi kadar kolay olmadığına inanıyorum. Hala bu ülkede namuslu gazeteciler var. Namussuzlar olduğu gibi. Önemli olan hangisinin bu yarışta galip çıkacağı?
Sarphan Uzunoğlu: Son zamanlarda Türkiye’de bu haber iyi ki yapılmış diyebileceğiniz bir haber oldu mu?
Can Dündar: Tabi ki her gün. Her gün her gazetede rastlıyorum. Sıkıntı şu ki hepsine aynı gazetede rastlamıyorum. O yüzden çoklu okumak diye bir şeyin öneminden bahsettim ya derste, yani Türkiye’yi anlamak için tek bir gazete ne yazık ki yetmemeye başladı Türkiye’ye. O’nun için çoklu okuma kıyaslama bir yazıyı öbürüyle denetleme ya da besleme gerekiyor. Yoksa her gazete kendince bir etki yapıyor; ama her gazete eksik gibi gelmeye başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder