17 Kasım 2010 Çarşamba

Fotoromanla ülke kurtarmak ya da sistemin ‘Sözcü’leri / Evrensel 17-11-2010

Bir 10 Kasım daha geride kaldı. Tarihsel olarak diğerlerinden bir farklılığı olmamakla birlikte ülkedeki derin bölünmüşlüğü algılamak, bunun yanı sıra bir ülkenin kurucusunun nasıl satış tekniğine çevrileceğini görebilmek adına hepimiz adına harika bir fırsat oldu. Gelin, Mustafa Kemal’e replik yazıp kendisini fotoğraf kahramanı hale getiren ve “halkın talepleri doğrultusunda popülist gazete yapıyoruz” diyen, Taraf’ın ve Yeni Akit’in (özünde Vakit) başlık atma biçimine beğenisini dile getirerek bulvar gazeteciliğinin savunusu yapan Sözcü’nün Genel Yayın Yönetmeni (Onların terminolojisiyle büyük şef mi desek?) Metin Yılmaz’a kulak verelim. Radikal’den Bahar Çuhadar’a verdiği röportajda “Atam yaşasaydı” mantığı ile çıkan 10 Kasım Sözcü’sünün hikayesini anlatan gururlu gazeteci, yeni nesil milliyetçiliğin medya gurusu Yılmaz’ın Mustafa Kemal’i Abdullah Gül’e Abdulah, Tayyip Erdoğan’a Tayyip diyerek Türkiye elitizminin havadan bakan tavrının tezahürü gibi orada duruyor. Kemalist blok CHP’nin genel başkanına “adaş” diye sesleniyor, Işık Koşaner’e “ülkeyi böldürmeyin” diyor. Öyle ki ölümünün üzerinden 72 yıl geçen birinci reis-i cumhurun söyledikleri kendisini takip ettiğini söyleyen kitlenin kemikleşmiş tepkilerinin aynası. Peki profesyonelliği geçtim, etik ile bağlarını koparmamış bir gazeteci propogandist söylemin neresinde durabilir? Senelerce ölmüş insanlara replik ve anılar uydurarak siyaset yapan Kemalistler ya da kafasından hadis uydurarak dindarları arkalarına katan muhafazakârlığı kârlarını muhafaza etmekten gelen 2000’lerde demokrat oldukları keşfedilen merkez sağ muhafazakârlığı daha ne kadar düşebilir? Sanırım gördüğümüz dip noktalarından biriyle karşı karşıyayız. Türkiye basını artık birilerinin tetikçilik aracı haline gelmiş durumda. Hürriyet bize öğretti, “Türkiye Türklerin”, Sabah her sabah söylüyor “Biraz da muhafazakârlar yesin”, Taraf kulağımıza fısıldıyor “Amerika’yı seviniz”. Peki ya biz? Sahiden Metin Yılmaz haklı mı? Talep ettiğimiz gazetecilik böyle bir gazetecilik mi? Ahmet Kaya’yı gurbette ölüme sürgün eden, Hrant Dink’in ölüm yolunu açan, Türkiye’deki linç rejimini besleyen bu gazetecilikle nereye gidiyoruz? Radikal’in konuyla ilgili haberinde belki de çok manidar bir görüş de yer alıyor. Türkiye basınının nefret imparatoru, büyük patron; ama devrik lider Ertuğrul Özkök “ben böyle bir gazete yapamazdım; ama çok hoşuma gitti” diyor. Ben mi yanlış biliyorum, yoksa Ertuğrul Özkök’ün geçmişi bunun çok daha ötesinde rezalet yaratma potansiyeline sahip, hatta içten içe bu tarzın başlangıcını oluşturan boyalı tetikçi basın geleneğinin geçmişine denk değil mi? Bu yazıyı Sözcü ve Sözcü’nün arkasından gelen geleneğe ayırmamın nedeni bu gazetenin Türkiye’de ortalama 220 bin tiraj yapan bir gazete olması. Pelitli’deki müstakbel katil delikanlıları yetiştiren sistemin böyle bir gazeteye her gün 220 bin taleple yaklaşması. Kısacası, Türkiye’de savaşı, burjuvazinin soldan çarpılmış terimlerle idamesini arzulayanların sayıca böyle korkutucu bir rakamla var olması. Türkiye’de gazetecilik bitmiştir demek için erken; ama Türkiye’de gazetecilik yapmak isteyenler için gazeteciliğin bittiğini söylememiz yanlış mı olur? Artık gazeteciliğin Ertuğrul Özkök’e, Ergun Babahan’a, Metin Yılmaz’a, Ekrem Dumanlı’ya bırakılamayacak kadar mühim olduğunu düşünmekte fayda var. Gazete halk içindir; ama gazetenin bilgilendirici ve aktivist işlevleri genel yayın yönetmeninden dizgicisine herkesin ortak sorumluluğu altındadır. Dosta düşmana korku salsın diye her yere F-16 fotoğrafları koyan, bir gazetecilik halka barış, özgürlük, eşitlik, demokrasi değil kahve tartışmaları için daha düzeysiz bir terminoloji verir sadece. Eğer halk için bir gazete çıkarmaksa derdiniz, sosyalist basın gibi büyük holdinglerdeki işçilerin isyanını yazın. Dört yaşında bahçesinde ölen kızları yazın. Yazın ki emek, hak, demokrasi yükselsin. Tirajı sorun etmeyin. Yaşama el verenin elini tutacak biri her daim bulunur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder