Bugünlerde, medyada üstüne düşünülmesi gereken birçok konu var. Elbette bu 'acil' konular arasında her yıl rutin olarak gündeme gelen ve rutin bir çözümsüzlükle sonuçlanan 'Bayram gazetesi' meselesine de el atmakta fayda var. Elbette, özellikle okur açısından, ilk görüşte 'bayram gazetesi' başlı başına bir mesele olarak idrak edilecek durumda olmayabilir. Ancak, bir gazeteci için 'bayramda çalışmak' ve 'bayram gazetesi' mantıksızlığını irdelemekte büyük fayda var.
Her şeyden önce, bugün Türkiye'de medyanın bir 'market' olduğunu ve herkesin ürününü 'istikrarlı' bir biçimde pazarlamak peşinde olduğu gün gibi ortada olan bir gerçekliktir. Bu, herhangi bir gazete için açıkça dillendirilebilir durumdadır. Öyle ki, bir gazetenin çıkması, çoğunluğu reklam arası haber biçimine gelmiş gazeteler dünyasında aslen tüketim endüstrisinin kendisini yenilemesi, imajların ve harflerin tekrar ve tekrar tüketimi tembihlemek üzere dolaşıma çıkarılmasıdır.
Yıllardır olduğu gibi bu yıl da bir 'anlaşmazlık' gerekçe gösterilerek 'bayram gazetesi'nin çıkması engellendi. Açıkçası, zaten razı olmayan taraflar bir kez daha kendilerini 'mağdur' konumuna getirerek bayram gazetesinin çıkmayışını meşru bir zemine çektiler.
Bayram gazetesinin öneminin çeşitli gerekçeleri vardır. Gazetecilik, ne denirse densin, fazlasıyla subjektif değerlendirmelere ve daha çok da ilişkilere dayalı olan, fikri münasebetlerin eylemliliğin önünde değer gördüğü için, psikolojik olarak yıpratıcı bir meslektir. Yazı İşleri masalarında yaşanan kavgalar, küçük sürtüşmeler, ana avrat (!) küfreden yayın yönetmenleri, mobbing, seksizm, emek sömürüsü, staj adında köleleştirme gibi birçok eksende bakıldığında gazeteciliğin artık bir sömürülmeye hazır müstahdem olma durumundan farkı olmadığı ortadadır.
Şimdi bu sömürü düzeninin hafifletilmesi için ortada bir 'kolektif irade' olmadığı ortada. Sendikalaşma denen şey zaten basın emekçileri arasında ufukta bir hayal olmaktan öteye gidemezken, Habertürk gibi gazeteler her ay 100'er kişiyi işten çıkarırken, daha 'özerk' basın güçleri stajyer olarak ya da başka gerekçelerle gazetecileri 'üç kuruş' ve 'ideolojik doyum' çerçevesinde çalıştırırlarken ortaya en azından bayram dediğimiz süreçte konacak bir irade olması gereği ortadadır.
Eğer her fırsatta 'emek sömürüsü' ve benzeri şeylerden bahsedeceksek, biraz da bu sömürü sisteminin normlarına ne kadar uyduğumuzu biraz kendimizden uzaklaşıp görmemizde fayda var. Liberaller bahsettikleri küresel vicdandan, devrimciler bahsettikleri o 'haklardan' bahsetmeye istikrarlı bir biçimde devam etmek istiyorlarsa ellerindeki gazeteleri birçok gerekçeyle bayramlarda tatil etmeli ve bir nöbetçi gazetecilik kolektifinin bayram gazetesini çıkarmasına izin vermelidirler.
Özellikle Türkiye gibi basının İstanbul'a 'sıkıştırıldığı', gazeteciliğin 'masabaşı' hâlleri söz konusuyken, ortadad zaten gazetecilik adına bir şey kalmamışken, insanların dev plazalarda da küçük binalarda da olsa 'ev'lerinden uzakta bir yerde esir tutulmaları Zaman ve Sabah gazetelerinin reklam paylarından vazgeçmemeleri gibi rantçı ve çirkin bir meseleyle meşru gösterilecekse, sanırım aslında diğer gazetelerin de 'vazgeçmek' gibi bir eğilimleri olduğu söylenemez.
Tutuklanan, yok pahasına çalıştırılan gazetecilerin bir de Zaman ve Sabah gazetesi üstünden meşrulaşan patron inisiyatiflerine kurban gitmesi tam anlamıyla zırvadır. En azından devrimci sosyalist ve özgürlükçü günlük basının ortak bir irade ortaya koyarak çıkarabileceği bir bayram gazetesinin yaratacağı dayanışma ruhu sahiden çok mu uzak? Yoksa elde edilecek rantın boyutları, Türkiye'deki medya tarihinin her evresinde olduğu üzere çoğu arkadaşlarımız, ağabeylerimiz ya da ablalarımız olan gazetecilerin 'soluk almalarından' önemlidir deyip, artık tüm basını olduğu gibi kabul edeceğiz.
Belki de sözü Cem Karaca'ya bırakmak lazım: "Dergileri, gazeteleri, bütün yayınları, hepsi halka karşıdır!"
Tipik totaliter kapitalist mantıktan kendimizi ayırt etmenin zamanı gelmedi mi?
'Bayram Gazetesi' kavrami cok sacma bence.
YanıtlaSil