6 Nisan 2011 Çarşamba

Milliyetçi muhafazakârlığın kafa karışıklığı / Evrensel - 6.04.2011


2000′li yıların şehirler arası otobüs yolcularına yaptığı en büyük kötülük koltukların arkasına yerleştirilen küçük televizyon ekranları oldu. Firmalar ve reklam şirketleri tarafından büyük birer yenilik olarak sunulan bu dev hizmetlerin nasıl birer ideolojik araç haline geldiği üstüne kafa yormak da sanırım bize düşüyor.
Bu seyahat süreçlerinde izleyebileceğimiz kanallar otobüs firmaları tarafından belirleniyor. Elbette her firma bir şekilde kendi bakış açısına uygun kanalları biz yolda sıkılan, yetersiz ışıkta kitap ve gazete okuyamasın diye ışıkları yetersiz bırakılmışlar için harika şeyler öneriyor. Tabii ki bu öneriler bambaşka bir noktaya taşıyor bizi. Örneğin STV ve TGRT ile artık iyice yarışma kanalına dönen Show TV’deki programlar arasında zorunlu olarak seçim yaptığım yolculukta karşılaştığım, insanlığın ve zekanın ulaştığı son nokta olarak STV’nin Kollama dizisini izlemek beni derin bir düşünceye sürükledi. Özellikle de dizideki Kaya Minik isimli Yalçın Küçük kopyası karakteri, ilgili karakter bir terör örgütünün baş adamı, gördüğümde STV izleyen birinin adi bir terör örgütünün ideolojik haritasını tıpkı Türkiye Solu’nun haritasını yaslaya yaslaya kafatası ölçme yetisiyle bilinen Yalçın Küçük’e yaslaması beni hiç ama hiç şaşırtmadı.
Yıllardır, cemaatin devletçi çocukları devlet içi yapıları başka devlet içi yapılarla devlet adına dizilerde çözerken elbette Ergenekon ile Marx ve Lenin de konudan nasibini alacaktı. Yalçın Küçük’ü temsil eden karakterin odasında Marx ve Lenin’in kızıl portreleri vardı. Tarih boyunca katillerin portrelerini duvarlarına asmış milliyetçi muhafazakâr kitlenin Marx ve Lenin’le ne problemi olduğunu hepimiz biliyoruz. Akıllarında Kürt sorunu ile sosyalistliği daha ilk günden eşleyen ve dahi milliyetçi terminolojiye tayanıp hepimize terörist demeyi görev bilen, Marx ve Lenin’den iddianamelerinde terörist olarak bahseden bir zihniyet tabii ki durmadı. Hemen yan kanalda, bir başka AK medya ürünü olan TGRT Haber’de, Evet’in yakışıklı temsilcisi Osman Can, demokrat hukukçuların AKP’liler karşısında aldığı yenilgi yetmezmiş gibi, hala yeni bir anayasanın yararlarından ve AKP’nin aslında bu anayasa için ne kadar çabaladığından bahsediyordu. Haberleri okumasam, Cemil Çiçek’in çıktığı sünnetsiz insan avlarının, Kürt sorununa ve anadilde eğitime yönelik bakış açılarının, Torba Yasa’nın farkında olmasam Osman Can’ın yürek parçalayıcı performansı beni hızla AKP’nin Türkiye’nin demokrasi mesihi, bizi o hak ettiğimiz yere getirecek parti olduğuna inanacaktım. Bu üç birbirinden “kafa yoran” kanal arasında, Show TV ve getirdiği yayıncılık anlayışı ayrı bir konu, yaptığımız seçim bana öyle ya da böyle meclisteki %10 üstü partilerin durumunu hatırlattı.
Bir yanda hala soğuk savaş elçiliğini yapan MHP ve AKP, diğer yanda işi iyice popülizme dökmüş, değişiyoruz deyip TÜSİAD’ın bana kalırsa önemli ama çok gecikmiş olan teklifine, “Bu onların kendi görüşüdür” deyip haftasına Twitter’dan 1 Nisan Şakası yapan CHP var, şakayı çok daha önce yaptığının farkında olmayan CHP.
Aslında televizyon kanalları bu memleketin ruh halini, ideolojik kodlarını yarattığı katilleri bize anımsatmak adına büyük bir şans. Örneğin sosyalist partilerin yaptıkları TÜSİAD’ınkinden bin kat daha önemli ve temelli anayasa çalışmalarını iddianamelere devleti bölmeye yönelik hamle olarak geçirenlerin TÜSİAD’ın önerilerini çatır çatır yayınlıyor olması, demokratlık değil reklamveren reklamalan ilişkisinin bir parçası olabilir mi? Aksi halde, yıllardır bize “Türkiye Türklerindir” diyenlerin, maddelerin değişebilirliğine ulaşmak için binlerce insanın katledilmesinden zevk aldığını söylemek zor değil. Meğer birilerinin demokrat olması için Hrant’ın, Musa Anter’in, Göktepe’nin ölmesi şartmış. Bilemedik…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder