15 Şubat 2011 Salı

Muktedirin “ODA”ları ve Polisin Gazını Çıkarmak


Önce Hanefi Avcı gitti. Bu eski işkenceci, garip bir biçimde ortaya çıkan “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabıyla Emniyet ve İstibarat Teşkilatı’nın çöplüğünde öten tüm horozları kızdıracak bir hareket yaptı. Ardından “Devrimci Karargah” adı altında yıllarca analarından emdikleri sütü burnundan getirdiği insanlarla aynı davadan yargılanmaya başladı. Kitabında “devrimcilere saygı duyduğunu” söylemesine mi içlenildi bilinmez; ama sıra Soner Yalçın’a geldi. Türkiye’deki uyuşturucu trafiği de dahil olmak üzere birçok konuda derinlemesine haberler yapmış bir gazetecinin 
bugüne dek “alınmamış” olması zaten şaşırtıcıydı…

Bu site dahilinde ODA TV’yi sınıfsal düşmanlıktan, ırkçılığa kadar birçok açıdan eleştirdik. Dahası, herkese “liberal” yaftasını yapıştırıp, kafatasçılığa ev sahibi yaparak insanları “vatansever” adıyla birilerine yutturmalarına her seferinde çok güldük; ama bugün durum farklı. Bugün, ODA TV’yi basanlar onları “nefret suçu” gerekçesiyle adliye koridorlarına çağırmıyor, ODA TV, Yalçın’ın 6 aylık teknik takibinden sonra polis tarafından, ne hikmetse tam da Ergenekon’la ilgili olarak yayınlanan kayıtların ardından basılıyor. Her ne kadar olay takibinde iznin 1 gün önce çıkarıldığı söylense de teknik takibe alınmış bir gazetecinin eylemlerinin gözlemlendiği düşündüğünde polisin bu aceleci ve garip tavrını anlamlandırmak mümkün.
Kısacası durum, iyi niyetli demokratların söylediği kadar “özgürleştirici, darbe  karşıtı” falan değil, aksine baskıcı polis devleti aygıtlarının son zamanlarda “hücumda” yakaladıkları derin uyumla ilgili.
Bugün BDP Bölge’de aday gösterecek insan bulma zorluğu çekiyor. KCK davası ile eli kolu bağlanan Kürtler yetmezmiş gibi, Devrimci Karargah operasyonu ile evlerinde “devrimci şiddet” uygulayacağına inanıldığını düşündüğüm o dev A3 (!) posterler barındıran insanlar da gözaltında.
Ergenekon’un başlangıcından bu yana davanın akıl ve adalet çerçevesinde sürdürülmesinin, Veli Küçük gibi “ne olduğu” herkes tarafından bilinen, Arif Doğan gibi “hangi dağın çakalı” olduğu herkesçe malum olan isimlerin cezalandırılmasını olumlu adım olarak gördük. Geçmişin işkencecilerinin, toplu mezar kazıcılarının sokaklarda ellerini kollarını sallayarak dolaşmasındansa hapishanede olmalarını elbette ki “demokrasi” yolunda bir adım olarak gördük.
Yine de bugün gelinen noktada, Ergenekon Operasyonu’nda da KCK’de de DK’de de AKP’nin artık davaların özünden sapıp davaları bir “yok etme” aracına çevirdiği ortada.
Soner Yalçın’ı savunmak hiçbirimizi Kemalist ya da ulusalcı yapmaz. Bugün 4 gazeteci “muhalif” oldukları gerekçesiyle, “AK ve KARA” nedir bize öğrettikleri gerekçesiyle devletin kolluk kuvvetleri tarafından “alındılar”.
İki gün sonra Digitürk’de yayına başlayacak bir TV kanalı açacaklardı.
Onlar, Kürt gazetecilere 124 yıl hapis uygun gören devlete ses çıkarmadılar belki de; ama biz muktedirin yok yere canını yaktığı herkesin yanında olmak zorundayız. Onlar MUTKİ’yi görmüyor diye, kentlerin göbeğinde gazeteci arkadaşlarımız için kazılan toplu mezarlara emek verecek değiliz.
Bıyığımız, makam aracımız yok; ama vicdanımız var. Emin olun, bu bize yeter de artar! (SU)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder