10 Kasım 2010 Çarşamba

Katilin Ağabeyi Medya mı? / Evrensel 10-11-2010

Cinayet ile gazeteci arasında sıkı bir bağ vardır. Her gün genellikle üçüncü sayfa haberi olarak tabir edilen haberlerde sık sık ölümlerden, cinnetlerden cinayetlerden ve arkalarında yatan öyküden bahsedilir. Durum siyasi cinayetler için de benzerdir ve nedense tüm gazeteciler “Öldürülmeyi neden hak etti” sorusunu sorarak yazarlar haberlerini. Tam bu noktada bu gazetecilik anlayışıyla hareket eden medyanın siyasi ya da günlük hayattaki cinayetlerin işlenişi bakımından katillerle girdikleri o nazik tabiri imkansız kirli iş birliğini sorgulamak gerekmiyor mu? Ceylan Önkol’un ya da Karabük’te kışladan gelen mermi ile vurulan dört yaşındaki Edanur’un ölümlerinin “trajik” boyutunu sere serpe yayınlayan, böyle bir rezaletin haber ve politik değerini hiçleştiren medyanın haberi veriş biçimi dikkatinizi çekti mi? Türkiye’de “Öldürüldü” kelimesi kadar haberlerde sık kullanılan ve bir o kadar da tehlikeli olan kelimeye daha rastlamak zor. Katili saklayan, öldürüleni olayın tek kahramanı gibi gösteren ve bir şekilde zanlıyı ya da katili spotların altından kaçıran bu haber anlayışından vazgeçmenin zamanı gelmedi mi? Kışladan gelen bir kurşunun öldürdüğü çocuklar için, öldü kelimesini ya da hayatını yitirdi kelimesini kullanmak bir korkaklık belirtisi mi yoksa Türk Silahlı Kuvvetlerini, devleti ya da bilinmez kimi ekonomik çıkarları koruma çabası mı? Bianet’in her ay yayınladığı erkeklerin her ay kaç kadın öldürdüğüne dair haberleri okumadıysanız onca kadının ya hak ederek ya da eceliyle öldüğünü düşünüyor olabilirsiniz. Katili saklamayan, cinayete kılıf uydurmayan, katille aramıza gereksiz bilgi ve kandırmacanın o soğuk duvarını koymayan bu haberlerin dillerinde perde arkasında değil ellerinde kanlı bıçaklarıyla erkekleri görüyoruz. Ölüm ciddi bir meseledir. Öldürmekse temel insan haklarından birinin ihlali olmak bir yana dursun, vahşice bir davranıştır. Medyada ne yazık ki rutin hale gelmiş aydın cinayetleri, çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri, travesti cinayetleri göz önüne alındığında ölümün çok boyutluluğunun atlandığını görüyoruz. Sosyolojik bir olgu olarak da, adli bir olgu olarak da katili koruyan cinayet haberi yapım biçiminin yaygınlığı gerçekten korkutucu. Senelerdir önümüze “Şüpheli asker ölümleri” maskesi ile sunulan ancak hiçbir şekilde nasıl meydana geldikleri dışarı sızdırılmayan, eğitim zayiatı adı altında askere giden gençlerin bize sadece “öldürülmüş” olduğunu söyleyen haberleri okuduğumuzda bu ülkede katilin adının olmadığını bir kez daha görmüş oluyoruz. Bizi “Ey zalimler, katilin hiç mi suçu yok” sorusunu soracak kıvama getiren Dink cinayetine dair haberleri unuttuk mu? Geçen sene bir iş adamının oğlu tarafından öldürülen genç kadının kısa mesajlarına kadar her şeyinin afişe edildiği süreci unuttuk mu? Keşke bu gerçekler unutmakla açtığı yaralardan kurtulabileceğimiz basit gerçekler olsalardı; ama değiller. Türkiye medyası katiller için “Seninle gurur duyuyoruz” başlıkları atan, seksizmi ve nefret suçlarını her daim öven o çirkin yüzüyle bize “İyi cinayet” ve “Kötü cinayet” ayrımını öğretmeye başlıyor. Devletin operasyonunda öldürülen sivilleri görmezden gelen bir medyanın iyileri ve kötülerinin neler olduğunu tahmin etmek pek güç olmasa gerek. ABD’nin Irak İşgali sırasında öldürülen insanları değil ABD tank ve uçaklarının teknolojilerini haber yapan medyanın katillerin safında olması şaşırtıcı değil. Yine de kötü şeylere alışmak yerine onları değiştirmenin elimizde olduğunu unutmamakta büyük fayda var. Türkan Albayrak’ın tek başına direnerek hastanedeki işine geri dönebildiği bir ülkede muhtemelen kocaman holdinglerin cam binalarında ücretsiz biçimde çalıştırılan o muhabirin artık daha çok umudu olduğuna inanmamız şart. Bu açıdan yeni kuşak gazetecilerin dil kullanımındaki mağdura taraf söylemin yaygınlaşması Türkiye medyasının silah endüstrisinin reklam organı gibi çalışan bu hastalıklı halinin geçmesi bakımından atılacak ilk olumlu adım olabilir. İlk adımı atmaya var mısınız?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder